top of page
  • Zeynep Dikmen

Soyut ve Somut Olanın Arasında: “Afrika’yı Bağımsızlaştırmak”

Öz

Bu makale, “Afrika’yı Bağımsızlaştırma” çabaları güden anti-kolonyal hareketleri özgünlüğü iç inde anlamanın ve anlatmanın ipuçlarını sunmayı hedefliyor. Bu amaçlar doğrultusunda, çalışma üç bölümden oluşuyor: Girişte, Afrika’nın sömürgecilik öncesi tarihine dair temel bilgiler veriliyor ve ardından Afrika tarih yazımına ilişkin sorunlar özetleniyor. “Afrika Bağımsızlığına Somut Yaklaşım: Albert Memmi” başlıklı ikinci bölümde Memmi’nin “Sömürgecinin Portresi ve Sömürgeleştirilenin Portresi” eseri özelinde “sömürge” kavramına sosyolojik bakış açısıyla somut yaklaşımlarına yer veriyor. “Afrika Bağımsızlığına Soyut Yaklaşım: Frantz Fanon” başlığını taşıyan üçüncü bölümse “sömürge” kavramına soyut söylemlerle yaklaşan yazarın fikirlerine odaklanıyor. Bu haliyle, Afrika’da tesis edilen sömürge karşıtı söylem ve eylemlerin hangi temeller üzerinde yükseldiğini anlamayı ve buradan hareketle yeni bir Afrika tarih yazımına katkı sunmayı amaçlıyor.


Giriş

Koffi M. Kouakou, Afrika’nın neredeyse “tek bir ülke” olarak görülmesinin sebeplerinden birinin, “Afrika’nın kendi hikâyesini anlatmadığı ve Afrikalıların kendi hikâyelerini anlatmadıkları gerçeği” olduğunu söyler.[1] Afrika’nın “hiçbir zaman kendi dinamiklerinin, kültürünün doğrudan, çarpıtılmadan yansıtıldığı bir sahnenin içinde olmaması,”[2] özellikle Sahraaltı Afrika tarih yazımının ana sorunsalıdır. Sözünü ettiğimiz nitelikte bir tarih yazımı, aslen Avrupa-merkezci paradigmanın dışına çıkılmasıyla mümkün olabilirdi.


Afrika için, daha doğrusu Batılı olmayan dünya için yeni bir tarih yazımının olanaklarının araştırılması, bu risklerin asgariye indirilmesinde bir katkı sunabilirdi. Bu çabaysa, öncelikli olarak genel anlamda Batılı olmayan toplumların, özel anlamda da Afrika’nın tarihinin yazılma sürecini anlama/ açıklama niyetinin ifadesiydi. Böyle bir çalışmanın, içinden gelinen dünyanın, kültürün ürettiği önbilgisiyle ve “aslen yazanın insan kültürlerine, tarihlerine somut/soyut yaklaşımıyla” [3] sınırlı olacağı kabulü, bu çalışmanın da sınırlarını oluşturmaktadır. Afrika tarihini bağımsızlaştırmak, Afrikalıları sadece kurban olarak görmekten değil, onlara, kıtalarının “longue durée” tarihleriyle tüm özgünlüğü, devamlılık ve kopuşlarıyla bağ kurmalarına fırsat vermeleriyle mümkündür.



Afrika’nın sorunlu alan olarak ele alınması, kıtada yaşananlara “anormal” teşhisi koymak anlamına gelir. Kıta dinamiklerinin, burada olanların anormal olarak tanımlanması, doğal olarak bir “normal” olanın var olduğunun kabulü demektir. Bu “normal” ise gelişmiş dünyadır. Gelişmiş dünya Batı, Batı ise sömürgecilik demektir. Dolayısıyla ve ikinci olarak, kıtanın “makûs tarihi” üzerinden tarif edilmesi, onun çoğunlukla sömürgecilik üzerinden değerlendirilmesi sonucu doğurmuştur. Bu değerlendirmeler, bir sömürgecilik eleştirisine ulaşsa da, Afrika’nın yalnızca sömürgeci tahakküm ilişkileri üzerinden analiz edilmesi, dahası tarihinin sömürgecilikten itibaren başlatılması anlamına gelir. Aynı sorun, Batılı olmayan toplumlarda Batı karşıtlığına dönüşebilen sömürgecilik eleştirisi için de geçerlidir.


Frederick Cooper Batılı olmayan tarihlerin ve küresel anlatıların ve ulusçu hareketlerin içinde unutulup gitmiş halklarının hikâyesinin anlatımında karşılaşılan sorunları şöyle tarif eder: “Bu hikâyelerin Avrupa’nın gölgesinde kalmasının nedeni sadece sömürgeciliğin bu bölgelerin damarlarına sızmış olmasından değil, Avrupa’nın kendi devlet inşası, kapitalist gelişimi ve modernlik algısının Afrika, Asya ya da Latin Amerika tarihinin bir ‘başarısızlık’ olarak nitelendirilmesine yol açan bir tarihsel gelişim algısı yaratmış olmasıdır.”[4]



Sömürgeleştirmelerin hepsi temelde aynı amaca hizmet etse de çıkış noktaları, söylemleri ve bastıkları zemin itibariyle farklılık arz edebiliyorlar. Modern kolonyal hareketin kapsamlı ve sistematik bir hareket olduğunu ifade eden Taşdelen’e göre[5] sömürünün kapsamlı ve sistematik olması; onun bir ontolojisinin, epistemolojisinin, teknolojisinin ve bütün bunlarla birlikte bir felsefesinin olması demektir. Batı kültürü, Doğu kültürünün geriliği, ilkelliği, barbarlığı, cehaleti yönünde bir söylem geliştirirken, modern bilimi ortaya çıkarmanın, onu giderek teknolojiye dönüştürmenin öz güveni ile dünyanın kahir ekseriyetini yönetme, yönlendirme ve kaynaklarına el koyma hakkını kendinde görmüştür. Belli bir kesimin kasasını doldurup memnun eden kolonyal hareket ne yazık ki başka bir kesimin mahvolmasına neden olmaktadır.


Sartre Yeryüzünün Lanetlileri için kaleme aldığı sunuş yazısını (1961) şöyle bitiriyor: “Vakit yaklaşıyor, eminim; bu tarihi yapanların saflarına katılacağız.” Aslına bakılırsa vakit başlayalı epey olmuştu. Haiti Bundan yaklaşık iki yüzyıl önce sömürgeciliğin demir pençesinden bir süreliğine kurtulmuştu. Tarihi aklın ve özgürlüğün gelişimi olarak yorumlayan Avrupalı filozofların manidar biçimde göz ardı ettiği Haiti Devrimi (1791-1804) dünya tarihinde açılmış sömürgecilik tarafından sistematik olarak baskılanmış olsa bile 1960’larda saf tuttukları söylenen yeni öznelerin uzun bir tarihi vardır.


Kaldı ki, Haiti Devrimi’nin ardından sömürgecilik dünya ölçeğinde amansız yayılmasını gerçekleştirmişti. On dokuzuncu yüzyılın başında yeryüzünün yaklaşık %35 i Batılı güçlerin elindeyken,1878’ de bu oran yaklaşık iki katına çıkarak %67 i bulmuş, 1914’te ise %85’e ulaşmıştı. Sömürgecilik bir ur gibi büyüdükçe maddi gerçekliğinin yanında söylemi de semirmekteydi. Süreç “beyaz adamın yükü” ve “uygarlık misyonu” ile formüle ediliyordu. Hal böyle olunca kolonileştirilen toplumların içerisinde bu haksızlığa ve uyuşturulma durumuna dur demek üzere fikri hareketlenmeler gerçekleşebilmekte ve eğer halk katında destek bulursa olumlu anlamda nihayete erdirilebilmektedir. Kitleleri harekete geçirecek kişilerin aksiyonerlik tonu büyük oranda bu başarının imkânını belirlemektedir. Tabir yerindeyse halkı sarsıp uyandıracak kişilerin varlığı önemli olmaktadır. Sömürgeci söylemin yirminci asır sonunda yayımlanan iki eserde ete kemiğe bürünmüş olması dikkat çekicidir. Albert Memmi’nin yazdığı “Sömürgecinin Portresi ve Sömürgeleştirilenin Portresi” eseri ve Frantz Fanon’un “Siyah Deri, Beyaz Maskeler” kitabı.


“Sömürge” kavramına yaklaşımlarını ele alacağımız iki isimden biri sosyolog (Albert Memmi) diğeri ise psikolog olmasının yanı sıra devrimcidir (Frantz Fanon). Fanon da gerek kendi döneminde gerekse sonraki dönemlerde, kitlesel hareketleri motive edici bir niteliğe sahip olmuştur. Nitekim Şeriati’nin kaydettiği gibi[6] Fanon ve birkaç Afrikalı düşünür ile önder, halklarını uyandırmaya ve Afrika'daki Avrupa sömürgeciliğine karşı durmaya muktedir olmuşlardır. Fanon’un özellikle “Yeryüzünün Lanetlileri” ve “Siyah Deri Beyaz Maskeler” isimli eseri önemli etkilerde bulunmuştur. Taylor'a göre[7] yazar kitabında, sömürgelerin ana silahının, kafalarındaki sömürgeleştirilmiş halk imajını, ezilen halklara zorla dayatmak olduğunu ileri sürer. Ezilen halklar, özgürlüklerine kavuşabilmek için, önce kendilerini bu aşağılayıcı öz-imajdan arındırmak zorundadırlar. Diğer yandan Albert Memmi Tunuslu bir Yahudi olarak diğerlerine göre nispeten daha farklı olan kimliğiyle “Sömürgecinin Portresi ve Sömürgeleştirilenin Portresi” eserinde “sömürge” kavramına sosyolojik açıklamalar yaparak konuya nesnel bir şekilde yaklaşır.


Afrika Bağımsızlığına Somut Yaklaşım: Albert Memmi

Sömürgecinin Portresi, ilk bakışta, baskının ve tahakkümün kişiyi nesneye dönüştürerek insanlıktan çıkardığını ve insanlık durumunu yozlaştırdığını haykıran hümanist söylemin tanıdık yüzüyle görünür: nesneleşmeye ve şeyleşmeye karşı hümanist başkaldırılar; insanın araçsallaştırılmasına muhalefet eden manifestolardan biridir ve Kant’ın insanın bir araç haline getirilmemesini öğütleyen felsefesinden insan hakları bildirilerine, tahakküm karşıtı bir düşünsel çizgide konumlanır. Buna göre baskı ve tahakküm hem ögenin hem de nesnenin, hem faildeki hem de kurbandaki insanlığın aleyhine işler.


Albert Memmi külliyatı açısından düşünüldüğünde biraz soyut. Tarihe müdahale etmek isteyen bir yazar okuru ısrarla somutluğa çeker. Memmi bu tür yazarlardandır. Soyut insan hakları söylemini somut içerik kazanmaya zorlar. “Sömürgecinin Portresi”yle aynı dönemde yazılan “Totalitarizmin Kaynakları”nın Emperyalizm cildinin “İnsan Haklarının Çıkmazları” başlıklı bölümünde Hannah Arent’in yaptığı dikkate değer uyarı bu tür bir teşebbüse genel bir biçim vermiştir: “Dünya insan olmanın soyut çıplaklığında kutsal olan hiçbir şey bulmamıştır.” Memmi hümanizmi radikalleştirerek devam eder: soyut insanlığın “amaçlar krallığı” somut sömürgecilik olgusunda neye dönüşür? Kant bu krallıkla “akıl sahibi varlıkların ortak yasalar aracılığıyla kurulan sistematik birliğini” kasteder. Sömürgecilik olgusu böyle bir birliğe izin verir mi? Cevabı:


Sömürgeci, sömürgeleştirileni insanların çoğunluğuna bahşedilen en değerli haktan yoksun bırakır: Özgürlük. Sömürgeciliğin sömürgeleştirilene dayattığı yaşam koşulları buna yer bırakmaz. Sömürge insanının bu ıstıraplı durumdan çıkış yolu yoktur ne hukuki bir çıkış (vatandaşlığa geçme) ne de dini bir çıkış (din değiştirme). Sömürge insanı, sömürgeleştirilen olma ya da olmama arasında seçim yapmakta özgür değildir. Onu insanlıktan çıkarmaya yönelik bu inatçı çabanın sonunda sömürge insanından geriye ne kalır? Artık kesinlikle sömürgecinin “öteki-ben”i değildir. Hatta pek insan bile denemez. Hızla nesneleşir.[8]


Sömürgecinin Portresi bu nesneleşmeyi sorgulayan yeni devrimci dalgasının tam ortasında yazılmış, Aimé Césaire’ın Sömürgecilik Üzerine Söylev’i (1950), Frantz Fanon’un Siyah Deri Beyaz Maskeler’i ve (1952) Yeryüzünün Lanetlileri (1961) kitaplarıyla sömürgecilik karşıtı literatürün manifestolarından biri sayılmıştır. Yine de Sömürgecinin Portresi’nin müellifi “Siyah Deri Beyaz Maskeler”in psikiyatrı ve Sömürgecilik Üzerine Söylev’in tutkulu şair-düşünürü ile karşılaştırıldığında bir farklılık hemen göze çarpar. Memmi, sömürge durumunu güçlü gözlem gücüne sahip bir portre ressamı ya da sosyolog gibi tasvir eder. Deneyimin somutluğundan gelen çarpıcı tasvirlere sömürgedeki portrelerin soğukkanlı sosyolojik çözümlemesi eşlik eder. Memmi “sömürge dramı”nın sosyologudur.



Memmi serinkanlı tutumuyla tanınan bir sömürge sosyologu olarak dekolonizasyonun kendi peygamberlerini yaratmasına kuşkuyla yaklaşmıştır. Oysa bu sadece düşüncelerin değil aynı zamanda duygusal seferberliklerin alanıdır. Öyle ki, kişiden kendi ulusal topluluğuyla mutlak özdeşlikten kaynaklanan adanmış bir anti-kolonyalist öfke beklenir. Biz bunu makalede Memmi’nin karşıtı olarak ele alacağımız Frantz Fanon’da göreceğiz. Frantz Fanon söylemleri ve içinde bulunduğu devrimlerle bir üçüncü dünya peygamberi olmuştur.


Muhtemelen deneyimi teorilere boğmamak kaygısıyla fazla referans vermez ama Memmi’nin soyutluğa yönelik Hegel’dekine benzer bir hoşnutsuzluk beslediğini ileri sürebiliriz. Hegel “Kim Soyut Düşünüyor?” başlıklı (1807) erken dönem çalışmalarından birinde “Düşünmek mi? Soyut mu?” der, “canını seven kaçsın”! Soyut düşünmenin “insanı toplum dışına çıkartan” yönünden söz ederek devam eder. Hegelci fenomenoloji, farklı amaçlarla, örneğin tikel-evrensel ilişkisi ve -Memmi’de olduğu gibi- “kolektif öz bilincin gelişmesi” üzerine düşünmekten, soyut evrenselciliğin ve şeyleşmenin eleştirisine, anti-kolonyalist söz dağarcığının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Memmi’nin kitabında en fazla geçen olumsuz sıfatlardan birinin “soyut” olduğu söylenebilir. Soyutluk; içeriksizlik, yalıtılmışlık ve sakatlanmışlık anlamlarıyla yüklüdür.


Sömürgecinin Portresi’nde “reddeden sömürgeci” soyut, soyutlamalarla iş gören ve soyut evrenselci bir toplumsal figür olarak portrelenir. Sömürgeciliğin sona ermesini dileyen fakat bunun kendi toplumsal konumunun ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşeceğini tasavvur edemeyen soyut düşünmenin timsalidir. Söz konusu sömürgeci bütünlüklü değildir; soyut ve somut olarak uzlaşamayan-çelişkili-bir varlıktır. Hegel’in içeriksizlik bilinç durumlarından biri olan “güzel ruh”u andırır: Sözde güzelliğini içerik kazanıp somutlaşmaktan kaçınmasına ve çelişkiyle yüzleşmemesine borçludur. Bunun bedeli ise kendi gerçekliğini yitirmesi ya da hakiki bilinç ve öz tanıma durumuna ulaşamamasıdır.


Sömürgecilik, Hegelci bir terimle söylenirse soyut ve kötü bir evrenselciliktir. Bu sadece “uygarlık misyonu”ndaki Batı evrenselciliğini yansıtmasından ileri gelmez; sömürgedeki portrelere rengini veren soyutluktan dolayı da böyledir. “İyi evrensel” ise somut olanı içeren, bireysel ve özgül uğrağını deneyimleyen evrenseldir. Tikelin evrensel, somutun soyut karşısındaki konumunun altını çizerek deneyime yer açar. Anti-kolonyalizm literatüründe deneyimin toplumsal analize girişi Fanon’un “Siyah Deri, Beyaz Maskeleri” ne dek geri götürülebilir. Sömürgecinin Portresi “toplumsal analizin bireysel deneyimden öğrenecek çok şey vardır” anlayışını sürdürür.



“Sömürgecinin portresi” sömürgeciliği sömürgeleştirilenin doğal özelliklerinden bulunan bir metafizik olgu ve uygarlaştırma misyonunun ilahi bir parçası olarak gören sömürgeci söyleme güçlü bir karşı çıkıştır. Bütün diğer nedenler bir yana, Memmi’nin kitabı sömürgecilikle birlikte ırkçılık çözümlemesini seferber etmesi nedeniyle yaşayan bir eser olmuştur. Memmi bu kitaptan sonra da ırkçılık üzerine düşünmeyi istikrarla sürdürmüştür. Memmi’ye göre ırkçılık, tepeden aşağıya zorlanan bir ideoloji ya da birtakım insanların özsel nitelikleri nedeniyle üstünlük taşıdıklarına yönelik doğal bir inanç olmaktan çok insanlık durumlarının ve toplumsal ilişkilerin ortasında uç verir. Irkçılık doğal değil toplumsal bir ilişkidir.

Afrika Bağımsızlığına Soyut Yaklaşım: Frantz Fanon

Küresel sistem içerisinde kapitalist olmayan ekonomilere, Avrupa kapitalizmini ateşleme yapılandırması olarak tanımlayabileceğimiz kapitalizmin bir parçası olan Kolonyalizm de bir sömürü çeşididir, ırkçılık ve ötekileştirme ile yapılan benlik/ kimlik istilası da bir sömürüdür.[9] Frantz Fanon’un çağının ötesinde yankı bulan seslenişi bu noktadan kavrama dahil olmaktadır; hem aleni sömürgeciliğe karşı aktivist tutuşu ile hem de gizil ve örtük sömürüye karşı akademik-fikri çalışmalarıyla. Fanon’un kavrama yöneltmiş olduğu eleştirileri, “Siyah Deri Beyaz Maskeler ve Yeryüzünün Lanetlileri” gibi eserleri Anti-Kolonyal söylem içerisinde önemli bir yere sahiptir.



Fanon’un sömürge olgusunun iki boyutunu da tecrübe etmiş bir kişi olması, psikanaliz yöntemini kullanarak sömürge mefhumunu ve sömürge insanını incelemesi, çalışmalarıyla çağında ses getirmekle kalmayıp günümüzde de yankı bulmaya devam etmesi, onu ve çalışmalarını daha yakından incelememizi gerekli kılmaktadır. Hayatına baktığımızda çelişkili gözüken durumlar yaşamış olan Fanon, önce Almanya’ya karşı Fransız ordusunda yer almış, sonrasında ise Fransa’ya karşı Cezayir saflarında savaşmıştır. Bu çelişik gözüken durumlar onun fikri olarak geçirdiği aşamaların da bir göstergesidir. Fort-de-France’taki okulunda öğretmeni olan anti-kolonyalist görüşleri ile tanınan şair ve yazar Aimé Césaire’in sömürgeci ırkçılığa karşı itirazları, Fanon’da etki uyandırmıştır. İlk bölümde “Zenci ve Dil” meselesini ele almış, dil fenomeni üzerinde durarak sömürgeci baskı ile oluşan benlik bölünmesini açıklamaya çalışmıştır.


Fanon, girişte “klinik bir inceleme” olduğunu belirtse de kitabın tıpta uzmanlık çalışması için neden fazlasıyla şiirsel ve öznel bir metin olarak görülmüş olabileceğini tahmin etmek zor değil. Siyah Deri, Beyaz Maskeler’i okuyanlar, ondaki -1940’ların siyah sürrealist şairlerinden esinler taşıyan- büyülü şiirsel dili hemen hissederler, metin şiirselliği ve öznelliğiyle okuru içine çeker, bir tür seküler mistik denilebilecek atmosferde bireysel ve kolektif deneyim birbirine karışır. Sömürgeciliğe karşı mücadele hareketiyle özdeşleşmiş okuru için metnin değerini arttıran bu özellikler, 1950’lerin başındaki bilim dünyasının paradigması düşünüldüğünde olumsuz bir biçimde “edebi” ya da “felsefi” telakki edilebilirdi.


Ayrıca kitabın sömürgeleştirilmiş kişiye ‘bağımlılık kompleksi’ atfeden hâkim söylemi incelediği dördüncü bölümünde, araştırmacının nesnesine dair tutumuyla ilgili bir değişim kaydedilir. Fanon, Sömürgeleştir(il)menin Psikolojisi kitabında sömürgeleştirilenin psikolojisini aşağılık kompleksiyle açıklayan ve “aşağılık kompleksini sömürgecilikten önce de var olan bir şey gibi göstermeye çalışan” Fransız psikanalist Octave Mannoni’nin (1899- 1989) düşüncelerini eleştirirken şöyle yazar: “Sayın Mannoni koyu tenli insanın Beyaz karşısındaki umutsuzluğunu içinde duyumsamaya çalışmamış. Ben bu incelemede Siyah’ın sefaletine dokunmak istiyorum. Hem fiziksel hem de duygusal olarak. Nesnel olmak istemedim. Aslında yanlış söyledim: Nesnel olmam olanaksızdı”


Mannoni’nin ele aldığı sömürge olgusunun gerçek boyutlarını kavramamış olduğunu kendi tespitleri ile göstermeye çalışmıştır. Beşinci bölümde ise “Siyah Olma Gerçeği” başlığı ile kendisinin de siyah olduğu gerçeği ile yüzleşip Jean-Paul Sartre’ın Yahudi Sorunu Üzerine Düşünceler denemesi ile bağlantı kurarak kendi tanınma mücadelesi üzerine görüşler ifade etmiştir. Fanon’un fikirlerinin gelişiminde pek çok ismin etkisi vardır bunlar arasında; Marx ve Hegel, lise hocası Aime Cesaire ve Wole Soyinka gibi Negritude hareketi yazarları, Fransız Marksist Jean- Paul Sartre, Sigmund Freud, Jacques Lacan ve Alfred Adler gibi isimler öne çıkmaktadır.


Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabında Mannoni’nin ele aldığı olgunun geçek boyutlarını kavrayamadığını göstermeye çalışır. Fırat Mollaer, Mannoni ve Afrika’nın zihinsel geriliğini vurgulayan psikoloji literatürünü Hegel’in tarih felsefesi savında yapmaya çalıştığının başka bir disiplinde yeniden üretilmesi şeklinde yorumlar.[10] Sömürgeyi bilginin temel bir problemi olarak işleyen Fanon “Sömürge ırkçılığı diğer ırkçılık türlerinden farklı değildir” der. Ayrıca yine bir diğer bölümde “bir toplum ya ırkçıdır, ya değil bunun ortası olmaz” ifadelerini kullanır. Sömürge ırkçılığı konusunda sorumlu olarak Mannoni’nin işaret ettiği çok çalışıp az kazanan küçük memurlar, küçük tüccar ve kolonyalistlerinin aksine, Avrupa uygarlığını ve onun ileri temsilcilerini sorumlu görür.


Fanon’un ırkçılığa bakışı net ve keskindir, Mannoni’nin ise ırkçılığı başarı kaydedememiş beyazların ürünü olarak sunması yavan bir düşüncedir. Fanon’un temel hedefi sömürgesizleşmek ve insanı özgürleştirmektir.[11] Adalet, eşitlik, hak ve hürriyet istiyordu, ama beyazların ürettiği kavramlar siyahlara gelince duraksayan ve suskunlaşan bir hal alıyordu. Hegel’in diyalektiği üzerine yaptığı sorgulamalar neticesinde, Hegelci fenomenoloji ve Sartre felsefesi ile eleştirel bir diyaloga girerek efendi-köle ilişkisinin evrenselliğini de sorgulamıştır. Bir tanınma kuramı olarak Hegelci model sadece Avrupalı özneler (beyazlar) arasında mı geçerlidir? Hegel diyalektiğinde tanınma mefhumu, mutlak bir “karşılıklılık” içermekteyken, sömürge toplumuna gelindiğinde karşılıklı tanıma (Hegel’deki) yerini “tek taraflılığa” bırakır.[12] Fanon, Hegel’in yönteminin yetersizliğini ve yöntemin sömürge toplumunu açıklarken kullanışsız kalmasını eleştirmektedir. Fanon, “şimdiye kadar zeka da felsefe de kimseyi kurtarmamıştır” şeklinde söylemiyle insanların imhasını meşrulaştırıcı silah olarak “zeka” ve “felsefe” kavramlarını tanımlar.


Subjektif bir yaşantının da başkaları tarafından pekala anlaşılabileceğine samimiyetle inandığını dile getiriyor Fanon; bu yüzden de, Zenci probleminin sadece ve sadece onun problemi olduğunu ve dolayısıyla çözümünün de ona düştüğünü söylemek hiç de hoşuna giden bir şey değil. Fakat ona göre, Mannoni, Zencinin Beyaz’ın karşısında kapıldığı umutsuzluğu ta derinden hissetmeye çalışmamış hiç. Fanon bu kitapta siyah adamın yarasına, en zayıf yanına dokunmaya azmetmiş görüyor kendini. Neşterle ve belki biraz acıtarak, ama duygusal yakınlığı elden bırakmadan. Bunu yaparken objektif olmak gibi bir endişe beslemediğini de dile getiriyor.


Fanon “Siyah deri beyaz maskeler” kitabında Mannoni’yi sömürgeciliği çeşitlere ayırdığı için eleştiriyor. Hepsinin farklı özelliklere sahip birer cehenneme benzediğini ama sonuç olarak farklılıkların onların bir cehennem olduğu gerçeğini değiştirmediğini belirtiyor. Antisemitizme de öteki türlere de içindeki duygularla yaklaşıyor ve yorumluyor. İçinde bu düşünceye sahip olanlara karşı kin ve öfke besliyor. Bu tarz yaklaşımlarla onun deyimiyle kardeşlerine, benzerlerine çizilen kaderden kendisini soyutlayamayacağından bahsediyor.


Fanon kitabında der ki kavramlara somut yaklaşanların unuttuğu şey, Madagaskarlı yerlimin artık var olmadığı; Madagaskarlı yerlinin Avrupalının varlığına bir varoluş şartı olarak bağımlı bulunduğu. Madagaskar’a el koyan Beyaz adam, Madagaskarlının psikolojisinin biçimlendiren yerli unsurları ve mekanizmaları altüst etmiştir çünkü. Herkesin bildiği bir şeydir bu, Siyah insan için kişilik ekseni siyah adamın kendisi değildir artık, beyaz adamdır. Siyah adamın fizyolojik, psikolojik, pedagojik ve birçok farklı sıfatında özgünlükten uzak gerçeklere rastlanır. Bu da beyaz adamın gerçekleridir.

Sonuç

Belli bir kesimin kasasını doldurup memnun eden kolonyal hareket ne yazık ki başka bir kesimin mahvolmasına neden olmaktadır. Buna karşı oluşan anti-kolonyal hareketlerin önemli iki temsilcisini karşılaştırdığımız bu makalede Memmi’nin kendisine anti-kolonyal söylemi içinde yeni bir hat çizdiğini yani Memmi’ye göre sömürgecilik olgusunun analizinde sosyolojik dikkat elden kaçırıldığında olgularla değerler birbirinin içine girdiği analiz edilir. Fanon ve Memmi eserleri karşılaştırıldığında Memmi’nin nesnesini olabildiğince gerçekçi betimlemeye çalışan bir sosyolog olduğunu görülür. Sömürgecinin Portresi’nin sonuç bölümünde Memmi’nin Fanon gibi “metafizik öze ve öz karaktere” inanmadığı kesinkes anlaşılır. Diğer taraftan sömürge ve sömürgeci kavramlarına oldukça öfkeli bir söylemle yaklaşan Fanon bu gerçeklere akademik söylemlerle ılımlı bir şekilde yaklaşmanın bir başarı getiremeyeceğini son derece aktivist eserleriyle dile getirmiş ve teoriyi özellikle Cezayir Özgürlük savaşında pratiğe dökmüştür.



Kaynakça [1] Akçay, Ahmet (2017a). “Kusurlu Bir Bakışın Ötesinde Afrika,” Hece, Afrika. 500 Yıllık Serencamın Hikâyesi,1(246/ 247/ 248): 5-12. [2] Akçay, Ahmet (2017b). “Koffi M. Kouakou ile Afrika’nın Dünü Ve Bugünü Üzerine,” (Çev.) Aydın, İsmail, Hece, Afrika. 500 Yıllık Serencamın Hikayesi, 1 (246/ 247/ 248): 37-69. [3] Goody, Jack (2017), Tarih Hırsızlığı, (Çev.) Güven, Gül Çağalı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. [4] Cooper, Frederick (2009), Africa Since 1940. The Past and The Present, Cambridge University Press, New York. [5] Taşdelen, Vefa (2013). “Kolonyalizm ve Edebiyat”. Hece, (196): 74-84. [6] Şeriati, Ali (1986). Kültür ve İdeoloji. (çev. Orhan Bekin). İstanbul: Bir Yayıncılık. [7] Taylor, C. (2010). “Tanınma Politikası”, Amy Gutmann (Haz.). Çokkültürcülük içinde (çev.Yurdanur Salman). (3. Baskı). İstanbul: YKY yayınları. [8] Albert, Memmi (2021). “Sömürgecinin Portresi ve Sömürgeleştirilenin Portresi”, (çev. Şen Süer). (1.Baskı),(sy 9), Telemak Yayıncılık. [9] Fisunoğlu, S., & Dumlu, A. (2018). Kolonyal Söylem: Bir Savaşçı Aime Cesaire. International Journal of Education Technology and Scientific Researches, 3(5), 43-57. [10] Mollaer, F. (2021). Anti-Kolonyalizm Söylemi Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme. Dora. [11] Kaya, İ. (2020). Hegel’in Diyalektiği ve Fanon’un Tanınma Mücadelesi: Siyah Derilinin Beyaz Maskesi ya da İçselleştirilmiş Oryantalizm (İ. Kaya, Çev.). ULUM, 3(2), 433-449. [12]Mollaer, F. (2018). Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık. Metis Yayınları.

61 görüntüleme
bottom of page