İklim Değişikliği ile Sürdürülebilir Direnç Arasında Sahel : Çölleşmenin Artan Tehdidine Nasıl Karşı Koyulabilir?
- Moussa Hissein Moussa

- 2 dakika önce
- 7 dakikada okunur

Giriş
Sahra ile nemli tropikal bölgeler arasındaki bir geçiş alanı olan Sahel, Senegal’den Eritre’ye kadar uzanır ve yaklaşık 5,4 milyon kilometrekarelik bir alanı kaplar. Bu geniş yarı kurak bölge, bugün iklim değişikliğine en fazla maruz kalan bölgelerden biri olarak kabul edilmektedir. Bölge, büyük çoğunluğu doğrudan yağmura bağlı tarıma, hayvancılığa ve yerel doğal kaynaklara bağımlı olan 150 milyondan fazla insanı barındırmaktadır.
1970’li yıllardan bu yana Sahel, artan sıcaklıklar, azalan ve düzensizleşen yağışlar ile toprakların hızla bozulması gibi belirtilerle karakterize edilen büyük bir iklimsel sarsıntı yaşamaktadır. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC, 2022) verilerine göre, bu bölgedeki sıcaklıklar küresel ortalamanın 1,5 katı daha hızlı artmakta, yağışlar ise giderek daha öngörülemez ve yoğunlaşmış hale gelmektedir. Bu iklimsel dengesizlikler, kırılgan yapıya sahip bölgeyi iklim değişikliğinin ön cephesi haline getirmiştir; halklar artık kuraklık, kıtlık ve göçlerin ritmine göre yaşamaktadır.
Sahel’in paradoksu şudur: küresel ısınmanın sonuçlarından en fazla etkilenen bölgelerden biri olmasına rağmen, küresel sera gazı salımlarına katkısı son derece düşüktür. Bu çelişki, derin bir iklim adaletsizliğini yansıtır ve şu temel soruyu gündeme getirir: İklim, demografi ve yoksulluğun birleşik baskısı altında bu kadar kırılgan bir alan hâlâ nasıl direnebilir?
Ekolojik ve İnsani Bir Süreç Olarak Çölleşme
Yaygın bir kanaatin aksine, çölleşme yalnızca Sahra’nın güneye doğru ilerlemesi anlamına gelmez. Bu terim, hem iklim koşullarının hem de insan faaliyetlerinin sonucu olan karmaşık bir ekolojik bozulma sürecini ifade eder. Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’ne (UNCCD) göre çölleşme, iklimsel değişiklikler ve toprakların aşırı kullanımı nedeniyle kurak, yarı kurak ve kuru yarı nemli bölgelerdeki arazilerin kalıcı olarak bozulmasıdır.
Sahel özelinde çölleşme, toprak verimliliğinin kaybı, bitki örtüsünün azalması, toprakların tuzlanması ve su kaynaklarının kademeli olarak yok olması şeklinde kendini göstermektedir. Uydu gözlemleri, özellikle Çad, Nijer ve Mali bölgelerinde bozulmuş alanların sürekli genişlediğini ortaya koymaktadır. FAO’nun (2023) tahminlerine göre Sahel topraklarının %45’i bugün bozulmadan etkilenmiş durumdadır ve bu, 80 milyondan fazla insanın geçim kaynaklarını tehlikeye sokmaktadır.
Bu ekolojik krizin nedenleri çok yönlüdür. Bir yandan, küresel ısınma ve uzun süreli kuraklıklar tarımsal verimi azaltmakta, toprak erozyonunu hızlandırmaktadır. Öte yandan, nüfus baskısı, yakacak odun için ormansızlaşma ve aşırı otlatma, bitki örtüsünün kaybını artırmaktadır. Bu kısır döngü, topraklar fakirleştikçe kırsal toplulukların kalan kaynakları aşırı kullanmasına, dolayısıyla çölleşmenin daha da hızlanmasına neden olmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP, 2023) da vurguladığı gibi, “yoksulluk ve toprak bozulması birbirini besleyen iki süreçtir”, bu da Sahel’in manzarasını hayatta kalma ve kırılganlık alanlarına dönüştürmektedir.

Kuraklık ve İstikrarsızlık: Sahel’in Çifte Tuzağı
1. Yapısal Kuraklık ve Eşi Görülmemiş Ekolojik Kriz
Sahel’deki kuraklık artık basit bir iklimsel dalgalanmanın geçici sonucu değildir; o, ekolojik ve insani peyzajın yapısal bir bileşeni haline gelmiştir. Bu kademeli kuraklaşma, yağış ve sıcaklık rejimlerindeki değişimlerle açıklanır — bunlar, su dengesinin iki temel unsurudur.
Son on yıllarda Sahel yağışları, aşırı değişkenlik göstermektedir: Yağmurlar artık kısa, şiddetli ve yerel şekilde düşmekte; bu da şiddetli seller yaratırken yeraltı su kaynaklarının sürdürülebilir biçimde yenilenmesini engellemektedir. Bu paradoks — yani yağmurun artık “besleyici” değil “yıkıcı” hale gelmesi — bölgesel hidrolojik döngünün derin bir bozulmasını yansıtmaktadır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP, 2023) verileri bu endişe verici eğilimi doğrulamaktadır: Sahel her yıl 10 milyon hektardan fazla bitki örtüsünü kaybetmektedir. Su erozyonu toprakları çıplak bırakmakta, bitki örtüsünün kaybıyla birlikte şiddetli rüzgârlar toprağın verimli üst tabakasını süpürüp götürmektedir. Bunun sonucu, her kurak mevsimde gıda krizine dönüşen bir verimsizlik sarmalıdır.
Dünya Bankası’nın 2023 İklim Raporu’na göre, son yirmi yılda tahıl verimi %20 ila %40 oranında azalmıştır ve bu durum doğrudan yaklaşık 50 milyon insanın gıda güvenliğini tehdit etmektedir.
Kuraklık aynı zamanda yüzeysel su kaynaklarının azalması şeklinde de kendini gösterir. Nijer Nehri, Çad Gölü ve Senegal Nehri Vadisi gibi büyük su kütleleri, hem hacim hem de debi açısından dramatik bir daralma yaşamaktadır. 1960’larda 25.000 km² olan Çad Gölü, bugün 2.500 ila 3.000 km² arasında değişen bir yüzeye sahiptir — yani yaklaşık %90 oranında küçülmüştür (NASA Earth Observatory verilerine göre).
Bu daralma, Çad, Nijer, Nijerya ve Kamerun arasında bölüşülmüş olan ve 40 milyondan fazla insanın yaşadığı bu havzanın ekonomik ve politik dengelerini altüst etmiştir. Çad Gölü havzasındaki balıkçılık ve tarımsal kaynakların azalması, geçim kaynaklarının çökmesine ve halkların silahlı gruplara karşı daha savunmasız hale gelmesine neden olmuştur.

2. Siyasi Kırılganlık, İklim Şokunu Güçlendiriyor
Bu doğal kısıtlamalara, siyasi ve toplumsal kırılganlıklar da eklenmektedir. Sık sık yaşanan siyasi geçişler ve istikrarsız yönetimler, iklimin etkilerini daha da ağırlaştırmaktadır. Sahel devletleri çoğu zaman istikrarsız yönetim, tekrarlayan darbeler ve zayıf yönetişim nedeniyle, tutarlı ve sürdürülebilir çevre politikaları oluşturmakta zorlanmaktadır.
Ulusal öncelikler, genellikle güvenlik krizlerinin acil yönetimi tarafından belirlenmekte; bu da ekolojik planlamayı ikinci plana itmektedir. Birçok ülkede çölleşmeye karşı mücadele, stratejik bir çerçeveden yoksun, geçici ağaçlandırma kampanyalarıyla sınırlı kalmaktadır.
Kırsal altyapıya yapılan yatırım eksikliği — özellikle sulama, su yönetimi ve toprak koruma alanlarında — toplulukların kırılganlığını artırmaktadır. Bölge ekonomisinin %70’inden fazlası yağmura bağlı tarıma dayandığı için, halk doğrudan iklim şoklarına maruz kalmaktadır.
Buna ek olarak, yerel kurumların kronik zayıflığı ve net toprak politikalarının yokluğu, kaynakların aşırı ve düzensiz kullanımını teşvik etmektedir. Mali, Nijer ve Burkina Faso’daki ardışık askeri darbeler, birçok bölgesel çevre programını kesintiye uğratmış, böylece iklim uyum politikalarının sürekliliğini bozmuştur.
Devletin temel işlevlerini yerine getirmekte zorlandığı bir bağlamda, kurumsal boşluklar yerel ölçekte kontrolsüz dinamiklere yol açmaktadır: düzenlenmemiş tarımsal genişlemeler, yasadışı ormansızlaşma, su kaynakları üzerindeki çatışmalar ve kitlesel iç göçler. Bu olgular, ekolojik ve toplumsal stresin döngüsel biçimde yeniden üretilmesine yol açmaktadır.
3. Ekolojik Krizden İnsani Krize
Kuraklık ve istikrarsızlığın birleşimi, birçok araştırmacının “Sahel Tuzağı” olarak adlandırdığı şeyi yaratmaktadır: çifte bir ekolojik ve insani kriz.
Doğal kaynaklar azaldıkça, çiftçilerle çoban toplulukları arasındaki gerilimler artmaktadır. Mali’nin merkezinde, mera ve su noktaları üzerindeki çatışmalar son yıllarda yüzlerce can almıştır. Benzer çatışmalar Burkina Faso ve Çad’da da düzenli olarak yaşanmakta, hafif silahların yaygınlaşması ve yerel arabuluculuk eksikliği bu durumu daha da kötüleştirmektedir.
Afrika Stratejik Çalışmalar Merkezi (2024)’ne göre, Sahel’deki topluluklar arası çatışmaların %30’u doğrudan toprak ve su rekabetinden kaynaklanmaktadır. Bu tespit, ekolojik kriz ile insani güvenlik arasındaki organik bağı açıkça ortaya koymaktadır. İklim değişikliği artık bir “risk çarpanı” haline gelmiştir; yoksulluğu artırmakta, kitlesel yerinden edilmeleri tetiklemekte ve silahlı şiddetin yükselişini beslemektedir.
Birçok uzmana göre, bu durum artık bir “sessiz ekosid” niteliğindedir: çevresel bozulma, toplumsal ve siyasal dokunun çözülmesine yol açmaktadır.
Tekrarlayan kuraklıklar, halkın geçim kaynakları üzerinde yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. FAO’ya (2022) göre, yalnızca o yıl bölgedeki hayvan varlığından 9 milyon baş kaybedilmiştir. Tarımsal üretimdeki kayıplar ve artan gıda güvensizliği, kitlesel iç ve sınır ötesi göçleri hızlandırmaktadır. Her yıl yüz binlerce insan, daha istikrarlı yaşam koşulları arayışıyla şehir merkezlerine ya da komşu ülkelere göç etmektedir.

Büyük Yeşil Duvar: Ekolojik Yeniden Doğuşun Hedefleri, Zorlukları ve Umutları
1. Sahel’de Yaşamı ve Onuru Yeniden Kazandırmayı Amaçlayan Kıtasal Bir Proje
Çölleşmenin ciddiyeti ve toprakların hızla bozulması karşısında, Afrika Birliği, 2007 yılında Sahra ve Sahel için Büyük Yeşil Duvar (GGWSS) adını taşıyan benzeri görülmemiş bir panafrikan girişimi başlattı. Bu girişimin hedefi, 2030 yılına kadar 100 milyon hektar bozulmuş araziyi yeniden canlandırmak, 10 milyon yeşil istihdam yaratmak ve 250 milyon ton karbonu tutmaktır. Proje, Senegal’den Cibuti’ye kadar uzanan 11 ülkeyi kapsamakta ve 8.000 kilometre uzunluğunda, 15 kilometre genişliğinde bir koridor boyunca ilerlemektedir.
Ekolojik bir simgeden daha fazlası olan Büyük Yeşil Duvar, Afrika’nın yeniden doğuş vizyonunu temsil eder. Bu girişim, Sahel’in kurak bölgelerini istikrar ve sürdürülebilir kalkınma merkezlerine dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Toprakları yeniden canlandırarak ve ekosistemlere yeniden hayat kazandırarak, gıda güvenliğini güçlendirmeyi, kırsal yoksulluğu azaltmayı ve kaynak kaybına bağlı zorunlu göçleri yavaşlatmayı hedeflemektedir.
Dünya Bankası ile BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin Küresel Mekanizması (UNCCD GM, 2023) tarafından yapılan ortak bir çalışmaya göre, Büyük Yeşil Duvar’ın tam olarak uygulanması, uzun vadede 135 milyar doların üzerinde net ekonomik fayda yaratabilir. Bu faydalar arasında, tarımsal üretkenliğin artması, yeni biyoekonomi sektörlerinin oluşması ve yerel orman kaynaklarının ekonomik değer kazanması yer almaktadır.
Ekolojik açıdan bakıldığında, 100 milyon hektarlık restorasyon, Sahel bölgesinde bitki örtüsünü yaklaşık %10 oranında artırabilir, su döngüsünün düzenlenmesine, toprakların istikrarına ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına katkı sağlayabilir. BM Çevre Programı’nın (UNEP, 2024) projeksiyonlarına göre, programın tam olarak uygulanması halinde, 2030 yılına kadar 250 milyon ton CO₂’nin tutulması mümkün olacak ve bu da Sahel’i gelişmekte olan ülkeler arasında en büyük karbon yutaklarından biri haline getirecektir.
Ancak rakamların ötesinde, Büyük Yeşil Duvar insani ve siyasi bir projedir. Bölgesel iş birliği, toplulukların seferberliği ve geleneksel bilgilerin yeniden değerlendirilmesi üzerine kuruludur. Halkının %70’i tarım ve hayvancılıkla geçinen bu bölgede, toprakların yeniden canlandırılması yalnızca bir çevre politikası değil, aynı zamanda hayatta kalma ve egemenlik meselesidir.

2. Küresel Hedefler ile Saha Gerçekliği Arasında: Zorluklar, Yavaşlık ve Yerel Başarılar
Büyük Yeşil Duvar’ın vizyonu ne kadar iddialı olursa olsun, proje önemli engellerle karşı karşıyadır. BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi’nin (UNCCD, 2023) raporuna göre, on beş yıldan fazla bir sürede yalnızca 20 milyon hektar alan restore edilebilmiştir; bu da 2030 hedefinin yalnızca %20’sine karşılık gelmektedir.
En büyük engel, sürdürülebilir finansman eksikliğidir. 2021 yılında Paris’te düzenlenen Büyük Yeşil Duvar Zirvesi’nde, uluslararası ortaklar 19 milyar dolar taahhüt etmişti. Ancak FAO’nun (2024) verilerine göre, bu fonların dörtte birinden azı gerçekten serbest bırakılmıştır. Bağışçılar arasındaki koordinasyon eksikliği, bürokratik yavaşlık ve fonların izlenmesi için birleşik bir mekanizmanın olmaması, sahadaki uygulamaları ciddi biçimde yavaşlatmaktadır.
Bu mali zorluklara, üye devletler arasındaki kurumsal koordinasyon eksikliği de eklenmektedir. Her ülke, ulusal önceliklerine göre hareket etmekte, bu da sınır ötesi ekolojik sürekliliği zayıflatmaktadır. Çevre yönetişimi, yolsuzluk, kaynakların kötüye kullanımı ve yerel kurumların zayıflığı nedeniyle zarar görmektedir. Ayrıca, Mali, Burkina Faso ve Nijer gibi bölgelerde devam eden güvenlik sorunları, ağaçlandırma faaliyetlerinin yürütülmesini engellemekte ve sahadaki personelin güvenliğini tehlikeye atmaktadır.
Yine de, bazı yerel girişimler, başarıya ulaşmanın mümkün olduğunu kanıtlamaktadır — yeter ki halk projeye dahil olsun ve yöntemler yerel koşullara uygun biçimde belirlensin.
Nijer’de, “doğal destekli yeniden yeşertme” (Régénération Naturelle Assistée - RNA) yöntemiyle 5 milyon hektardan fazla arazi yeniden canlandırılmıştır. Bu yöntem, tarla içindeki genç filizlerin korunmasına dayalı, basit ve düşük maliyetli bir teknik olup, tarımsal verimi artırmış, biyolojik çeşitliliği geri getirmiş ve toprakları stabilize etmiştir.
Burkina Faso’da, “zaï” olarak bilinen yöntemle yağmur suyunu toplamak için küçük çukurlar açılmakta, bu sayede verimlilik %100 ila %200 arasında artmakta ve toprak nemi korunmaktadır.
Çad’da, Fitri Gölü çevresindeki topluluklar kum tepelerini sabitlemeyi ve ot örtüsünü yeniden oluşturmayı başarmış, bu da yerel hayvancılığın yeniden canlanmasına katkıda bulunmuştur.
Senegal’in kuzeyinde, Ferlo ve Louga’daki ağaçlandırma programlarıyla 2010 yılından bu yana 80 milyondan fazla ağaç dikilmiştir. Bu ağaçlandırmalar, kaybolan hayvan ve bitki türlerinin geri dönmesini sağlamış, toprakların rüzgar erozyonuna karşı direncini artırmıştır.
Etiyopya, genellikle örnek ülke olarak gösterilmektedir : havza yönetimi politikası sayesinde, 7 milyon hektardan fazla arazi restore edilmiştir (Etiyopya Çevre, Orman ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 2024).
2030 hedefleri hâlâ uzak görünse de, şimdiye kadar elde edilen kazanımlar, Sahel’in dayanıklılığının mümkün olduğunu göstermektedir — yeter ki verilen finansman sözleri yerine getirilsin ve devletler arası iş birliği güçlendirilsin.

Sonuç
2024 Mart ayında Dakar’da düzenlenen İklim Forumu’nda, Afrika Büyük Yeşil Duvar Ajansı Başkanı şu sözleri dile getirmiştir:
“Büyük Yeşil Duvar bir ağaç hattı değildir, bir umut hattıdır. O, Afrika’nın yeniden doğuşunun sınırlarını çizer.”
Çölleşmeyle mücadele, bilimi, yönetişimi ve uluslararası dayanışmayı birleştiren entegre bir yaklaşım olmadan başarıya ulaşamaz. Bilimsel düzeyde, uydu verilerinin, iklim modellemesinin ve modern agro-ormancılık uygulamalarının kullanımı, bugün toprak dinamiklerinin izlenmesini ve ürünlerin yeni iklim koşullarına uyarlanmasını mümkün kılmaktadır. Kurumsal açıdan, çevre yönetişiminin yeniden düşünülmesi gerekmektedir. Tarım, su ve enerji politikaları arasındaki uyum sağlanmalı; çelişkili uygulamalardan kaçınılmalı ve yerel düzeydeki eylemler arasında tutarlılık güçlendirilmelidir. Yerel yönetimlerin ve kırsal toplulukların katılımı vazgeçilmezdir; çünkü dışarıdan dayatılan çözümler, yerel sahiplenme olmadan başarılı olamaz.
Sahel yalnızca bir coğrafi alan değildir; o, Afrika kıtasının geleceğinin belirlendiği ekolojik, insani ve sembolik bir sınırdır. Bu bölgenin bozulması, yalnızca bir çevresel felaketin değil, aynı zamanda bir medeniyet krizinin habercisidir. Topraklarını korumak, topraklarını yeniden canlandırmak ve halkını korumak, siyasal istikrar, gıda güvenliği ve bölgesel barış için harekete geçmektir.








Yorumlar