top of page
  • Esma Zeynep Tin

Afrika Yardım Serencamı

Öz

Sömürge altındaki ülke sayısı çok fazla olan Afrika, yıl boyunca zorluklarla mücadele eden bir kıtadır. Kıtadaki insanlar açlık, hastalık ve susuzluk başta olmak üzere çok fazla sorunla karşı karşıya kalmaktadır. Bu sorunlardan bir kısmına yardımlarla çözüm bulunmuş ve ülkenin kalkınma hareketlerinde etkili olmuştur. Kıtanın sömürgecilik dönemi ve kölelik geçmişi olması, Afrika algımızı yıllardır etkiledi. Kıtaya ilişkin bakışlar günümüzde literatürün gelişmesi ve evrensel anlayışların oluşmasıyla Afrika ile ilişkiler dünya ülkeleri tarafından siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden yeni ve güncel bakış açıları kazandırmaya başladı.


Araştırmanın amacı, Türkiye’nin Afrika’yla ilişkilerinde kalkınma yardımlarının yerini ve rolünü ortaya koyarak, bu yardımların kıtanın geleceği için ne anlama geldiğini belirlemek ve Türkiye ne tür yardım projelerine yoğunlaşıyor, bunun Türkiye’ye ve Afrika'ya ne faydası var, gelecekte neler yapmalı sorularına cevap aramaktır. Bu çerçevede ilk önce Osmanlı Devleti’nden bugüne kadar ve sömürgecilik faaliyetlerinin başlamasıyla değişen Afrika kıtası tarihi incelenecek, ikinci olarak Türkiye’nin Afrika’ya yaptığı kalkınma yardımları, yardımların niteliği üzerinden değerlendirilecektir. Sonuç bölümünde kalkınma yardımlarının oynadığı role ilişkin tespitler ve öngörüler açıklanacaktır.


Osmanlı’dan Günümüze Afrika’ya Bir Bakış

Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıldan itibaren özellikle Hint Okyanusu dünyasına dâhil olma girişimleri, onu Afrika’ya yakınlaştırdı. Bununla birlikte Endülüs Müslümanlarının maruz kaldıkları dinî baskıları ve bu baskılar karşısındaki 1502’de İspanya sahillerine Kemal Reis kumandasında bir filo göndererek Müslüman ve Yahudi birçok insanın Endülüs'ten kurtarılmasını sağladı. Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz liman şehirlerinde kurduğu hâkimiyet ve Mısır’ın Osmanlı yönetimine geçmesi ise Osmanlı Devleti’ni Afrika’da bir ayağı olan devlet yaptı. Tam dört asır boyunca Osmanlılar Afrika’da çok geniş bir alanı idareleri altına almışlardı. Bu bölgede zamanla beş ayrı eyalet kurdular. Bunlar Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş eyaletleriydi. Bunlar içinde ilk kaybettiği eyalet Cezayir olup 1830 yılında Fransızlar tarafından işgal edildi. Bu eyaletler beraberinde Osmanlı’nın Afrika üzerindeki hakimiyetini belirleyici konumdadır ve dolayısıyla kaybedilmesi konumuz açısından önemli noktayı teşkil etmektedir. Tunus himaye adı altında 1881 yılında Fransa tarafından işgal edilirken, Mısır 1882’de İngilizler’in işgaline uğradı. Habeş eyaleti ise daha ziyade Kızıldeniz sahilinde bazı noktalarda Osmanlı idaresinde kalmaya devam etti. İtalyanlar ise 1911 yılında Trablusgarp’a saldırdılar ve 1912 yılında yapılan anlaşmayla Osmanlılar Afrikadaki son topraklarını da geride bırakarak çekildiler. Birinci Dünya Savaşı’na doludizgin giden 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, İtalyanların işgal ettiği Trablusgarp’tan çekilene kadar Osmanlı Devleti’nin dört yüz yıl boyunca Afrika ile çok yönlü temasları oldu.[1]



Osmanlı Devleti için Afrika’nın hiçbir zaman tek bir tanımı olmadı. Tanımlar zamana ve bölgeye göre değişkenlik arz etti. Otuz milyon kilometrekareyi aşkın coğrafi yayılımı, yüzlerce farklı dili, yedi iklim ve rengârenk yapısıyla Afrika’nın tek bir tanımı olamazdı zaten. Portekizlilerin egemen güç olmaya çabaladığı Hint Okyanusu dünyasında ticaret yaptı, yerli sultanlarla iş birliği içinde oldu. Baharat Yolu’nu kontrol etmeyi planladı. Kızıldeniz liman şehirlerindeki varlığı ile bir yandan yüzünü kutsal topraklara çevirdi. Her renk ve dilden Müslüman hacıyı Kızıldeniz’in öte tarafındaki kutsal topraklara taşıdı. Öte yandan Afrika’nın başta esir ticareti olmak üzere tarım, fildişi ve baharatlar gibi çeşitli malları Akdeniz dünyasına taşıdı. Kuzey Afrika’da kurmuş olduğu eyaletler ile idari, ekonomik, sosyo-kültürel uzantıları günümüze kadar ulaşan güçlü imparatorluk ağları kurdu. Afrika ve Afrika’nın geleceği için kıymetli olan bu süreç, Birinci Dünya Savaşının çıkmasıyla gerilemeye başlamış ve Batılı devletlerin sömürgesi haline gelmeye başlamıştır. Günümüzde Batı, Afrika kıtasında dokunulmamış kara parçası bırakmamıştır. Adeta talan etmiştir.


Afrika’nın sömürgeleşme sürecini üç evrede anlamak mümkündür. Bu bağlamda Batılıların dünyayı keşfetmek adına çıktıkları deniz seferlerine başladıkları 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan 300 yıllık dönem birinci evre olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde Afrika’nın kıyı kesimlerindeki limanlara yerleşen Batılılar, başta köle ve değerli maden ticareti olmak üzere kıtanın beşerî ve maddi zenginliklerini kendi ülkelerine taşımıştır. 1885 yılındaki Berlin Konferansı’ndan sonra başlayan 80 yıllık ikinci evrede ise Afrika’nın tümü Avrupalı güçlerin doğrudan işgaline girmiş ve Afrikalılar bu defa topraklarını da kaybetmiştir. 1960’lı yıllarda Afrika’nın bağımsızlaşması ile başlayıp günümüze kadar süren ve “Yeni Sömürge Dönemi” diyebileceğimiz üçüncü evre ise, öncekilerden çok daha karmaşık bir sömürü biçimi getirmiştir. Bu yeni evrenin özelliği, ülkeler resmî olarak bağımsız görünseler bile, önceki dönemlerden kalma ekonomik ve siyasi bağımlılık ilişkisinin sürmesidir.[2] Afrika insanı sözde bağımsızlık kazanmış olsa da kalkınma ve refahı sağlayamayan, sınırlarını kontrol edemeyen, güvenlik, terör, iklim değişimi, çevre sorunları ve iyi yönetişimin sağlanması gibi birçok sorun sömürge dinamiklerinin halen devam ettiğini göstermektedir.


Afrika, küresel ve bölgesel siyaset aktörleri için önemli bir rekabet alanıdır. Çin, ABD, AB ve Rusya gibi küresel, Brezilya, Hindistan, Türkiye gibi bölgesel aktörlerin Afrika’ya yönelik politikaları bu coğrafyanın uluslararası ilişkiler açısından önemini artırmaktadır. Bu kapsamda Afrika meseleleri uluslararası siyasetin gündeminde her geçen gün daha fazla yer kaplamakta, buna paralel olarak Avrupa Birliği (AB) gündemini de daha çok meşgul etmektedir. Kıta ülkeleriyle hem ikili hem de Afrika Birliği vasıtasıyla ilişkilerini sürdüren AB bölgeye en fazla yardım edenler arasında bulunurken, yardımlar içerisinde kalkınma yardımları önemli bir hacim tutmaktadır.[3]



Türkiye Yardım Projeleri

Türkiye-Afrika ilişkileri hakkındaki bilgimiz uzun yıllar Kuzey Afrika ile sınırlı kaldı. Türkiye 1990’lardan sonra yavaş yavaş Sahra Altı Afrika’ya açılmaya ve karşılıklı olarak tanımaya başladı. Türkiye ilk kez 1926’da Addis Ababa (Etiyopya) ile Afrika’da büyükelçilik kurdu. 1960’lı yıllarla birlikte ilişkiler daha da geliştirildi ve 1967’de Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın Etiyopya ve 1996’da Başbakan Necmettin Erbakan’ın Nijerya ziyaretinden sonra ilk kez bu dönemde Sahra Altı Afrika ülkeleri ile karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmeye başlandı. Büyükelçilik sayısı 1990’larda 15’e kadar yükseldi. Ancak 2001 senesinde yaşanan ekonomik krizle birlikte ilişkiler kesintiye uğradı. Siyasal alanda kıtaya açılım ise Türkiye’nin 2005’i “Afrika Yılı” ilan etmesiyle ivme kazandı. “Afrika Yılı” ilan edilmesinden sonra Afrika ülkeleri ile ilişkileri yeniden geliştirme noktasında büyük bir atılım başladı. Türkiye, Afrika ile olumlu ilişkilerinin geri dönüşünü, 2008’de BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için yapılan oylamada 54 ülkeden 53’ünün olumlu oyuyla Afrika’dan büyük bir destek alarak görmüş oldu. Eski sömürgeci güçlerden farklı olarak Türkiye’nin Afrikalılarla girdiği “kazan-kazan” ilişkisi iki tarafın da kazanacağı bir ilişki biçimi oldu. Kıtaya açılımda Türkiye üç ana enstrümanı kullandı: ticaret, diplomasi ve Türk Hava Yolları. Bu sayede Türkiye’nin 2003’ten 2023’e kadarki yirmi yıllık dönemde kıtaya ihracatı altı kattan fazla, ithalatı ise yaklaşık üç kat artış gösterdi. Yürüttüğümüz insani diplomasi sayesinde Türkiye’nin eli siyaseten güçlendi.


Öte yandan, Afrika denince aklımıza açlığın ve susuzluğun gelmemesi gerektiğini, aslında kıtanın birçok yerinde kalkınma hızının çok yüksek olduğu düşünülse de asıl sorun, güçlü bir orta sınıfın bulunmamasıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Afrika Kalkınma Bankası’nda “bölge dışı donör ülke” sıfatıyla üyelik elde etmesiyle Afrika’ya yönelik ekonomik açılım sağladı ve Türk müteahhitler kıtada iş yapabilir hâle geldi. Ardından Türkiye, Afrika Birliği’ne “gözlemci üye” oldu. Daha da önemlisi 2008’de Afrika Birliği, Türkiye’yi “stratejik partner” olarak seçti. Hâlihazırda Türkiye’nin Afrika’da 44 büyükelçiliği mevcut; bunun dışında birçok ticari, kültür ve askerî ataşe görev yapıyor. TİKA da bazı ülkelerde açtığı ofislerle kıtada yardım ve yeniden inşa faaliyetleri yürütüyor. Ankara’da büyükelçilik açan Afrika ülkesi sayısı 37’ye ulaştı. Ayrıca ulaşım imkânlarının önünün açılması ve uçak seferlerinin arttırılması da Afrika ülkeleri ile ilişkilerin ivme kazanmasını kolaylaştırıcı bir faktör oldu.[4]


Kalkınma yardımları konusunda ise artık daha gerçekçi ve kalıcı yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Çoğu zaman yardım adı altında yürütülen faaliyetler, ülkelerin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak imkânları yok etmektedir. Örneğin belli fon transferleriyle bir takım ekonomik ve ticari imtiyazlar elde edilerek ülkelerin gelişme potansiyeli olan sektörleri bitiriliyor, kaynaklarına el konuluyor ve birkaç bin kişiyi faydalandıracak adil olmayan bir gelir sistemi kuruluyor ise burada kalkınmadan değil bağımlı-sömürgeci bir ilişkiden bahsedilebilir. Asıl olan, ülkelerin refahına ve istikrarına kalıcı hiçbir katma değer sağlamayan, günü kurtaran yardımlara terk edilmesi ve her ülkenin kendi kaynaklarını kullanabileceği altyapıların kurulmasına ve yapısal dönüşüme olanak sağlayan yeni bir kalkınma işbirliği modelinin geliştirilmesidir. Bu anlamda, Türkiye daha kalıcı çözümler üretecek çalışmaları öncelemektedir. “Türk Tipi Kalkınma Yardımı” diyebileceğimiz yeni bir modelle, tüm kurumların ve STK’ların işbirliğiyle Afrika’da açılan 22 TİKA ofisiyle her alanda ülkelerin ihtiyaç duyduğu temel altyapıların kurulmasına yönelik projeler hayata geçirilmektedir. Dünyanın görmezden geldiği Somali örneğinde olduğu üzere, inşa edilen hastane, klinikler, yollar, okullar, açılan su kuyularıyla ülkelerin en temel hizmet alanlarında altyapı ve kapasite birikimi oluşturulmaktadır. Ormancılık, hayvancılık, seracılık, balıkçılık, tarım gibi pek çok üretim sektörü desteklenerek istihdam oluşturulmasına ve ekonominin canlanmasına katkı sağlanmaktadır. Bütün bu çabaların gayesi, küçük rakamlarla dahi olsa, gerçek ihtiyaçları dikkate alarak somut projeler üretildiğinde ülkelerin sağlıklı bir kalkınma sürecine girebileceğini kanıtlamak, hiçbir ülkenin fakirliğe mahkûm olmadığını dünyaya göstermek ve Afrika’nın “karanlık kıta” imajının ortadan kalkmasına katkı sağlamaktır.[5]


Afrika kıtasının potansiyelinin farkında olan Türkiye’nin Afrika politikasını; “birlikte kazanmak, birlikte kalkınmak ve birlikte yol yürümek” şeklinde özetlemek mümkündür. Tek taraflı çıkar odaklı politikalar izleyen geleneksel donörlerin aksine Türkiye, Afrika’ya yönelik eşit ortaklık ilkesine dayalı bir vizyon geliştirerek, bütün tarafların fayda sağlayacağı bir “kazan(dır)-kazan” stratejisi uygulamakta, Afrika'nın sorunlarına Afrikalı çözümler üretmeyi teşvik etmektedir. Kıta ülkelerinin kalkınmasına katkı sağlanması ve kaynaklarının kendi yararına kullanılması amacıyla Türkiye’nin Afrika politikası, uzun vadeli, karşılıklı gelişimi önceleyen ve ortak gelecek inşa etmeyi hedefleyen yapıya sahiptir.


Bu prensiplerden hareketle, Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin her geçen gün geliştiğini görmekteyiz. 1998’de oluşturulan “Afrika Eylem Planı”, 2005’te “Afrika Yılı” ilan edilmesi ve 2008’de düzenlenen “Türkiye-Afrika Ortaklığı Zirvesi”, Türkiye-Afrika ilişkileri açısından dönüm noktaları olmuştur. Ülkemiz, 2008'de Afrika Birliği zirvesinde kıtanın stratejik ortağı ilan edilmiştir. Türkiye’nin, Afrika’yı sadece bir pazar olarak gören anlayışın ötesine geçerek, istikrarı ve kalkınma stratejilerini önceleyen vizyonu, kıtayı genellemeci bir bakış açısıyla değerlendiren klasik yaklaşım için de bir paradigma değişimine yol açmıştır.


Bugün 50’den fazla ülkenin bulunduğu Afrika kıtasında 42 Büyükelçilik açan Türkiye, Türk Hava Yolları (THY), Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Anadolu Ajansı (AA), Yunus Emre Enstitüsü (YEE), Türkiye Maarif Vakfı (TMV), Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Müstakil Sanayici ve İş adamları Derneği (MÜSİAD), sivil toplum kuruluşları ve şirketlerle Afrika’nın birçok noktasında kıta insanıyla temas kurmaktadır. Bu temasla Afrika ülkeleriyle kurduğu ilişkileri "dostluk” ve “kardeşlik” çerçevesinde politikalarını devam ettirmektedir.[6] Bu politikaların başında kıtada yaşanan temiz su sıkıntısı sebebiyle su kuyusu projesi yer almaktadır. Bunu takip eden diğer yardım politikaları ise, Ramazan ayında yardım kolisi, fitre ve iftardır. Kurban bayramında kurban kesim faaliyetleri ve yıl içerisinde de kadın ve çocuklara yönelik eğitim, sağlık yardım faaliyetleriyle söz konusu politikalar devam etmektedir.


Afrika ülkeleriyle ilişkilerin istikrarlı, kurumsal ve kontrollü yürütülmesi ve Afrika algısındaki olumlu değişiklik, gelecek yıllara yönelik umutları artmaktadır. Türkiye’nin bu çok yönlü diplomasisiyle 2023 yılına gelindiğinde Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde savunmadan kültüre birçok alanda iş birliği içerisinde olduğu görülmektedir. Basında geniş yer bulan ve Afrika'daki Fransız Yatırımcılar Konseyi (CIAN) tarafından 3’üncüsü hazırlanan "Africaleads 2021" isimli kamuoyu araştırmasına göre, Türkiye'nin kıtadaki olumlu imajı bir önceki yıla göre iki kat artırmış ve diğer taraftan Türkiye, Afrika'da en faydalı partner ülkeler arasında Çin, ABD, Kanada, Almanya ve Japonya'dan sonra 6. sırada yer almaktadır.


Türkiye’nin bu olumlu imajında hiç kuşkusuz kıta genelinde atılan siyasi, ekonomik ve sosyokültürel adımların önemli bir etkisi bulunmaktadır. Nitekim 2002’de kıtada sadece 12 büyükelçiliğimiz bulunurken bugün 50’den fazla devletin bulunduğu kıtada bu sayı 42’ye yükseldi. Siyasi ilişkilerin artmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2003'ten günümüze Afrika ülkelerine yaptığı ziyaretlerin önemli bir payı bulunmaktadır. Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı döneminde Erdoğan, 28 Afrika ülkesini ziyaret etti. Aslında Türkiye, Afrika ülkelerinin birçoğunun bağımsızlığını kazandığı 1960’larda kıtada büyükelçilik açmaya başlamıştı ancak gerek Türkiye gerekse Afrika ülkelerindeki gelişmeler nedeniyle son 10 yıla kadar çok fazla ilerleme kaydedilemedi. Ancak son yıllarda atılan adımlarla bu açık önemli ölçüde kapatıldı ve Türkiye, kıtada en fazla temsilciliği olan ülkeler arasına girdi.


Afrika ülkeleriyle olan ilişkiler, ekonomik olarak da ilerleme kaydetti. Türkiye’nin Afrika ile ticaret hacmi 2003’te yaklaşık 5 milyar dolar iken şu an 22 milyar dolara, Afrika’daki yatırımları ise 7 milyar dolara yükseldi. DEİK’in 45 Afrika ülkesiyle ortak iş konseyleri bulunmaktadır. Diğer taraftan son yıllarda Afrika ülkelerine zırhlı araçlar ve insansız hava araçlarının ithal edilmesinin yanı sıra askeri eğitim ve iş birliği anlaşmaları, Sudan’daki Sevakin Adası ile ilgili yürütülen görüşmeler, Libya’da meşru hükümete sağlanan askeri danışmanlık, Somali’deki askeri üs ile BM’nin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yürüttüğü misyonlara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) bölgesel istikrar ve barış için destek vermesi kıtayla kurulan ilişkilerin günümüzdeki derinliğini göstermektedir.[7]

Türkiye, ekonomik olarak “kazandır-kazan” şiarını benimsemesiyle Afrika halkına balık tutmayı öğretmektedir. Yeni iş olanakları üreterek, hayvancılık, tarım, yapılan yardımların sürdürülebilirliğiyle bütüncül ve kalıcı yollarla Afrika ülkelerine iç ve dış siyasette ivme kazanmasına katkı sağlamıştır. Gelişen diplomasi politikalarıyla birlikte sosyal, kültürel, ekonomik olarak Afrika ülkelerinin kalkınmasına katkı sunmaktadır.


Sonuç

Afrika; fakirlik, susuzluk ve açlığın yaşandığı bir toprak parçasıydı. Afrikalıların cansız bir maddenin kaynağı gibi “insani kaynak” olarak görülmeye başlanması, Avrupalıların çeşitli zenginliklerle dolu olan Afrika’yı talan etmeleriyle beraber kendine yetebilen Afrika olmaktan çıkmış yardıma muhtaç bir toprak parçası olmasıyla farklı ülkeler ve milletler tarafından insani yardım politikaları düzenlenmeye başlanmıştı. Her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin de dış politikasında belli öncelikleri, bunu yürürlüğe koymada da maddi gücü ve insan kaynağı bulunuyor. 50’den fazla ülkenin bulunduğu ve yaklaşık 1,3 milyar insanın yaşadığı büyük bir kıtayla kurulan ilişkilerde iç ve dış birçok zorlukla karşılaşıldı. Ancak son 20 yılda görüldüğü üzere Afrika ülkeleriyle ilişkilerin istikrarlı, kurumsal ve kontrollü yürütülmesi ve Afrika algısındaki olumlu değişiklik, gelecek yıllara yönelik umutları arttırıyor.[8]


Âli İmrân suresinin 140. ayeti, “Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.” şeklinde ne zenginlik ya da fakirlik ne de güzellik ya da kötülük kalıcıdır. Bugünün gelişmiş ülkeleri, iki dünya savaşıyla açlık ve büyük bir yıkım yaşadığı, 100 milyona yakın insanını kaybettiği halde yeniden toparlanabilmiştir. Benzer şekilde, Afrika ülkelerinin de kalkınmasının önünde bir mâni görünmemektedir. Yeter ki onları yaraları sarılması ve başarısız ülkelere dönüştüren süreçlerin samimiyetle anlaşılabilmesi için Türkiye Afrika’ya yol arkadaşlığı yapmaktadır. Bu sebeple geçmişten beri Türkiye elinden geleni yapmaya çalışmıştır. Yapılan yardımlarla hem dini hem ekonomik, sosyal, kültürel siyasal amaçlar Afrika ülkelerinin yararına olacak şekilde hedeflenmiştir. Türkiye bu insani yardımlarla beraber siyah-beyaz ayrımı gözetmeksizin İslam’ı tebliği ve İslamiyet’in yayılmasını hızlandırmıştır.


Bu kıtanın insanı, renginden dolayı Afrikalı insanı aşağılamayan bir din istemektedir. Bu din ise son Hak din olan İslam’dır. Ve Afrika kıtası sömürge zihniyetinden bağımsız bir zihne sahip yeni bir Müslüman nesle ihtiyaç duymaktadır. Yapılan mescidler ve okullar bunu tamamlamıştır. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) Veda Hutbesinde "Ey insanlar! "Rabbiniz birdir. Babanızda birdir. Hepiniz Ademin çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana Arap olmayanında Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. " buyurmuştur. Öte yandan Türkiye yoksullukla mücadele, temel eğitimin iyileştirilmesi, kadın erkek eşitliği ve kadının güçlendirilmesi, sağlık sektörünü iyileştirmesi, çevresel sürdürülebilirlik ve kalkınma için küresel ortaklık çalışmalarıyla Türkiye’nin emperyal yaklaşımdan uzak insan odaklı kalkınma yardımı stratejisi kendisini kısa sürede kıtada önemli ve etkin bir donör konumuna getirmiştir. Yürütmekte olduğu program ve faaliyetler, kıtanın kendi imkanlarıyla kalkınmasına destek sağlayacak, sahip olduğu potansiyelleri harekete geçirebilecek niteliktedir. Afrika'da kapısı çalınmadık dost, yarası sarılmadık gönül, işbirliği yapmadık ülke bırakmadan kıtanın beşerî ve kurumsal altyapılarının güçlendirilmesini öncelemektedir.


Daha kat edilecek mesafe olmakla birlikte, Afrika ile ilişkilerde yüz yıllık parantezin kalkmış olması, yakın geleceği hem ülkemiz hem de Afrika için daha parlak hale getirecektir. Zira geçmişinde sömürü izi taşımayan Türkiye’nin Afrika ile iş birliği, asırlarca “kara kıta” tabiriyle imajı zedelenen ülkelere yaklaşımı değiştirmekte, alışılagelmiş kalıplar dışında kalkınma alanında yeni imkanları, yöntemleri ve fırsatları sunmaktadır.


Kaynakça

Bekar, N. "Avrupa Birliği (AB) Ülkelerinin Afrika’daki Kalkınma Programları". Bölgesel Araştırmalar Dergisi 5 (2021 ): 312-345.

Aydın, Hasan. “ABD’nin Afrika’ya Yönelik Dış Politikasında Temel Yaklaşımlar (2001-2016)”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, SBE, İstanbul 2018, s. 256.

Kavas, Ahmet. Osmanlı-Afrika İlişkileri, TASAM Yayınları, İstanbul 2006, 224 s.

Yıldırım, Emre. “Afrika ve Yeni Sömürgecilik”, İNSAMER, 08.05.2019.

Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 18.05.2023, https://www.bisav.org.tr/Bulten/202/1227/turkiye_nin_afrika_ya_acilim_politikasi.

“Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 18.05.2023, https://www.bisav.org.tr/Bulten/207/1278/turkiye_nin_afrika_politikasi_firsatlar_ve_acmazlar.

“Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 15.05.2023, https://ytb.gov.tr/haberler/afrika-tarihinin-donum-noktalari


[1] Ahmet, Kavas. Osmanlı-Afrika İlişkileri, TASAM Yayınları, İstanbul 2006, 224 s. [2] Emre, Yıldırım. “Afrika ve Yeni Sömürgecilik”, İNSAMER, 08.05.2019. [3] N. Bekar , "Avrupa Birliği (AB) Ülkelerinin Afrika’daki Kalkınma Programları", Bölgesel Araştırmalar Dergisi, c. 5, sayı. 1, s. 314, May. 2021. [4] “Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 18.05.2023, https://www.bisav.org.tr/Bulten/207/1278/turkiye_nin_afrika_politikasi_firsatlar_ve_acmazlar. [5] “Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 18.05.2023, https://www.tika.gov.tr/tr/haber/tika_baskani_dr_serdar_cam_afrika_nin_gelecegi_karartilamaz-34800. [6] “Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 19.05.2023, https://kriterdergi.com/dis-politika/neden-afrikadayizdan-afrikada-olmaliyiza-turkiyenin-afrika-siyaseti [7] “Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 19.05.2023, https://kriterdergi.com/dis-politika/neden-afrikadayizdan-afrikada-olmaliyiza-turkiyenin-afrika-siyaseti [8] “Google Gizlilik Politikası”, son güncelleme 19.05.2023, https://kriterdergi.com/dis-politika/neden-afrikadayizdan-afrikada-olmaliyiza-turkiyenin-afrika-siyaseti

18 görüntüleme
bottom of page