top of page
  • Yazarın fotoğrafıMoussa Hissein Moussa

Bülten | Afrika'da Çin: Yeni Bir Sömürgecilik Mi?

Afrika devletlerinin Çin ile ilişkileri, 1940-1960’lı yıllar arasında Afrika’nın bağımsızlık yıllarında başlayıp günümüze kadar uzanmaktadır. Bu ilişkiler, 1990’ların sonundan bu yana benzeri görülmemiş bir büyüme kaydederek “kazan-kazan” ortaklığının yükselişine eşlik etmiştir. Birçok Afrika devleti için Çin, Afrika’nın eski sömürgeci ve geleneksel siyasi, iktisadi ve ticari ortaklarına karşı geçerli bir alternatifi temsil etmekte iken; Çin için Afrika kıtası ise, özellikle hammadde kaynağı ve yeni pazar anlamına gelmektedir. Ancak günümüzde bu ilişkiler önemli tartışmalara yol açmaktadır. Bu tartışmaların arasında, Fransa yeni sömürgeciliğinin betimlemek için kullanılan “FransAfrika” gibi Çin’in de kıtada iktisadi ve ticari bir sömürgeciliği olan ve Afrika devletlerinin Çin’e bağımlı olduğu/olacağı bir “ÇinAfrika” söz konusu olup olmadığı yer almaktadır. Belirtilmesi gerekir ki bu tartışma, kıta devletlerinden ziyade, kıtada Çin öncesi dönemde etkin faaliyet gösteren ve hâlihazırda Çin ile rekabet eden ve etmek isteyen devletleri/aktörleri endişelenmektedir. Bu kısa analiz, Afrika’da “Çin varlığı”na dair yekpare bir anlayışın aksine; iki bölge arasındaki ekonomik, siyasi, diplomatik ilişkileri mercek altına alacaktır. Analizde, Çin’in Afrika devletleri ile sürdürdüğü ilişkilerin gerçek anlamda “kazan-kazan” ilişkisine dayanmakta olup olmadığı, aksi hâlde en çok kime fayda sağladığı sorusuna cevap aranacaktır.


Afrika İçin Çin, Çin İçin Afrika


Çin, bağımsızlıklarından bu yana bazı Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirirken, Çin-Afrika ticaretinin gelişimi, 1990’ların sonundan bu yana benzeri görülmemiş bir büyüme yaşamıştır. Bu ilişkinin temel özelliği, gerçek bir yakınlaşmayı yansıtan oluşum hızıdır.


Birçok Afrika hükümeti için Çin, geleneksel ekonomik ve ticaret ortaklarına bir alternatif sunmaktadır. Bu alternatif, iç yönetimi karışma koşulu olmaksızın yardım sunmak, uzun vadeli ve devasa ve finansman ve kredi tanımak ve kıtada mevcut aktörlerden daha iyi bir fiyata üretim yapmaktır. Hukuki anlamda, çoğunlukla 1960’lı yıllarda bağımsızlığını kazanan Afrika devletleri, fiili anlamda bağımsızlıklarını kazanmakta güçlük çekmiştir. Hukuki bağımsızlık arifesinde Afrika devletleri, eski sömürgeci güçlerinin boyunduruğundan kurtulamamıştır. Bu bağımlılık (isteyerek ve mecburi); ekonomik kalkınma yardımları, ekonomik ve ticari ortaklıklar, askeri ve güvenlik iş birlikleri aracılığıyla devam etmiştir. Bu kazan-kaybeden ilişkilerden yorulan Afrika devletleri ve bunun beraberinde gerçek anlamda gelişme ve kalkınmaya ihtiyaç duymaya başlayan Afrika devletleri, yeni ortak arayışında bulunmuştur. Geniş ve tükenmez bir portföye sahip, benzer geçmişe (kolonyal) sahip Çin’i şüphesiz ideal, hatta en ideal alternatif yapmaktadır. Ancak Afrika devletlerinin ilişki değiştirmesinde yahut çeşitlendirmesiyle birlikte temel sorunlarda da değişim görülmüştür. Nitekim daha önce gelişme ve kalkınma sorunu yaşayan Afrika, artık çok daha büyük bir pahaya sahip gelişme ve kalkınma sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır. Bununla beraber, iç ve dış işlerine karışma ve politikaları empoze etme ile biçimlenen paternalist politikanın neden olduğu bağımlılık sorunu yerine, kredi ve uzun vadeli yatırımlarla biçimlenen yumuşak güç aracılığıyla bağımlılık sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır.


Afrika kıtası; Çin için bir hammadde tedarikçisi olurken, aynı zamanda uluslararası sahnede iktisadi yaklaşımını yaymak için bakir bir alan ve siyasi yaklaşımına uluslararası sahnede ve uluslararası kuruluşlar için ise bir destek bulmak için bir havza olarak görülmektedir. Bahsi geçen politikayı uygulamak için 2000 yılında Çinli yetkililer, Çin-Afrika İş birliği Forumu (FOCAC) ile Çin tarafından teşvik edilen “kazan-kazan” iş birliği modelini somutlaştıran bir iş birliği mimarisi kurmuştur. Daha sonra, özellikle Kovid-19 pandemisiyle birlikte Çin’in yumuşak gücüne “aşı diplomasisi” de dahil olmuştur. Çeyrek asırlık bir geçmişe sahip Afrika – Çin ilişkinin ekonomik ve parasal boyutunun bilançosu, kıtada mevcut rekorları kırmıştır. Çin, 2019 yılında 208,7 milyar dolara ulaşan ticaret hacmiyle Afrika’nın en büyük ticaret ortağı ve 365 milyar dolar olarak tahmin edilen Afrika dış borcunun ana sahibi (kıtadaki dış borcun üçte biri) olmuştur. Kıtanın hemen hemen tüm ülkeleri, Eswatini krallığı hariç, Çin’in “Yeni İpek Yolları”, “Kuşak ve Yol Girişimi” (BRI) projelerine katılmış; 46 farklı ülkede 61 Konfüçyüs Enstitüsü açılmıştır. 2016 yılında ise Çin’in tek dış askeri üssü Cibuti’de açılmış ve kıtadaki barışı koruma operasyonlarına en büyük ikinci mali katkıda bulunan ülke olarak Afrikalı ortaklarıyla güvenlik iş birliğini geliştirmeye devam etmektedir.


Afrika’da Çin Varlığı Sorunsalı


Çin’in “iç işlere karışmama” ve “kazan-kazan” ekonomik ve stratejik ortaklık yaklaşım rağmen, Çin-Afrika ilişkilerini gerçekten adil ve karşılıklı yarar sağlayan bir iş birliği olarak tasavvur etmek, özellikle uzun vadede, oldukça güçtür. Bu güçlüğü, iki taraf arasındaki ekonomik akışlara ve yapısal olarak dengesiz görünen ve potansiyel olarak Afrika için ters sonuçlar doğurabilecek Çin yatırımlarıyla açıklamak mümkündür.


Çin ve Afrika arasındaki ticaret dengesi Çin için genellikle olumlu olsa da iki kıta arasındaki ticaretin daha kesin bir tahlili, Çin ithalatının %70’inin yalnızca dört ülkeden (Angola, Güney Afrika, Sudan ve Kongo) geldiğini gösteriyor. Tümü petrol ve maden ihracatçısı olmak üzere sadece 16 Afrika ülkesi ekonomik büyüme kaydedebilirken, geri kalan ülkelerin hepsi açık vermektedir. Daha da önemlisi, Afrika’nın Çin’e yaptığı ihracatın %70’i petrol ve %15’i mineralden oluşurken, Çin’in Afrika’ya yaptığı ihracatın %90’ını ise üretilen mallar (tekstil, ayakkabı, elektronik cihazlar, bisikletler ve motosikletler, çeşitli ekipmanlar vb.) oluşturmaktadır.


Başka bir değişle, Afrika ile Çin arasındaki ticaretin yapısı, Çin yatırımlarının hedefi ve Çin’in Afrika’ya yaptığı yardımın coğrafyası, hammadde ve petrolde yoğunlaşmaktadır. Bu durumun, Çin için kazan-kazan yaklaşımından ziyade doğal kaynaklar rezervinin ön planda olduğunu gösterdiği söylenebilir. Dolayısıyla bu gözlem, Çin’in diğer güçler (çoğunlukla Batılı) gibi, devlet ve halklarının menfaatlerini dikkate almaksızın kaynak arayışında olduğu sonucuna götürmektedir.


Temel olarak, Afrika devletlerinin Çin ile arasında kurulan ilişkide gerçekten sorun oluşturan yahut sorunsal olarak görülen en büyük durum; bu ilişkinin yapısal olarak klasik bir Kuzey-Güney ilişkisi(ne) olması (benziyor olmasıdır.). Çin’in 1990’lı yılların sonunda kıtaya güçlü geri dönüşü; Afrika’yı uluslararası ticaret akışlarına yeniden entegre etmeyi, hammadde fiyatlarını artırmayı ve üretken kırılgan altyapılarına yönelik bir yatırım imkanlarını seferber etmeyi başarması ihtimali üzerinde durulabilir. Nitekim Afrika-Çin ilişkilerini biçimlendiren bu araçlar; Afrika’nın mevcut sorunlarına nihai çözüm ve kıtanın sürdürebilir kalkınması uygun atılım olsa da sonunda Çin-Afrika ilişkisi, kıtanın iş bölümündeki elverişsiz konumunu, neredeyse yalnızca birincil malların tedarikçisi rolüyle pekiştirip pekiştirmeyeceği sorusu öne çıkmaktadır. Görünürdeki iyi niyetlerin arkasında Çin’in, Afrika’yı “dilediği gibi sömürülen ve sömürülebilir topraklar” statüsüne kilitleyerek bilinen bu senaryoyu yeniden üretip üretmediği düşünülmelidir.


Bu soruların cevabı Afrika devletlerin kendi menfaatlerini korumakta ne kadar kararlı olduklarına bağlıdır. Zira halkının mevcut menfaatlerini ve geleceğini düşünen ve bunlara önem veren devlet ve hükümetler; yapacakları bütün anlaşma, iş birliği yahut ortaklıklarda bu konuları göz önünde bulundurmaktadır. Aynı şekilde Çin ile yapılan bütün iş birliklerinde, bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekmektedir.


Çin’in Afrika’daki varlığının bir tehdit olduğunu iddia etmek, oldukça kolaydır. Ancak önemli olan bu tehdidin; Çin’in yürüttüğü faaliyetlerden mi yahut Afrika devletlerinin Çin’e tanıdıkları iş alanından mı doğduğudur. Hele ki sömürgeciliğe (bağımsızlıklardan önce) ve yeni sömürgeciliğe (bağımsızlıklardan sonra) maruz kalan devletler hakkında böyle bir sorunsal ortaya koyulması, iki defa düşünmeyi gerektirmektedir. Sonuç olarak Çin, Afrika ülkelerine güçlü ve etkin bir gelişme ve kalkınma ortaklığı fırsatını sunarken, Afrika devletlerinin de Çin’in ekonomik süper güç olma hedefini gerçekleştirmede önemli bir unsur olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak Çin’in, Afrika için bir tehdit mi yoksa bir fırsat mı teşkil ettiği sorusunun cevabı, hangi açıdan yaklaşıldığına bağlıdır. Afrika-Çin ilişkilerinin, Afrika devletlerinin eski sömürgeci güçlerden tamamen kurtulması ve gerçek anlamda gelişmeyi kaydederek kalkınması için bir “alternatif” mi, yoksa eski sömürgeci güçlerden kurtulup yeni güce bağımlı olarak “yeni sömürgeciliğe” giden bir ilişki olup olmadığı düşünülmelidir. Bu noktada Afrika devletlerinin dış ilişkilere karşı olan yaklaşımları önem arz etmektedir. Nitekim Afrika kıtasında gerçek anlamda gelişme ve kalkınma, ancak Afrika’nın kendi dinamiklerine dayanılmasıyla gerçekleştirilebilir.


42 görüntüleme
bottom of page