top of page
Recep KOÇAK

Yurt Dışı Yardım Operasyonlarımızı Etiyopya İle Başlattık

Deniz Feneri Derneği ilk yurt dışı yardım operasyonunu Müslümanların iki defa hicret ettiği Habeşistan’da, bugünkü adıyla Etiyopya’da yaptı.


Gördüğüm ilk Afrika ülkesi olan ve 2000 yılı Nisan ayından itibaren üç defa gittiğim Etiyopya’ya dair notlarımı dikkatlerinize sunmak istiyorum. 2000 yılının mart ayında haber ajansları Etiyopya’da kuraklığa bağlı bir açlık felaketi yaşandığı haberlerini veriyordu. Açlıktan her gün 500-750 kişinin öldüğü haberleri alınıyordu.


Deniz Feneri Derneği Yönetim Kurulu Etiyopya için yapabileceğimiz bir şeyler vardır diye düşündü. Etiyopya’daki kıtlık ülkenin en çok hangi bölgelerinde etkiliydi? Türkiye’den oraya neler götürülebilirdi? Etiyopyalıların tüketim alışkanlıkları nelerdi? Bu ve benzeri soruların cevabını bulmak üzere Kanal 7’nin Dış Haberler Müdürü Sefer Turan ve kameraman Ali Ekber Karaçam’la birlikte Etiyopya’ya gittik. O günlerde derneğin Kurumsal İletişim Müdürüydüm. Ben dernek yönetimine Etiyopya’daki şartların nasıl olduğunu ve yapılabilecekleri rapor edecektim, ekip arkadaşlarım ise durumu ekrana taşımak suretiyle çözüm için bir şeyler yapılmasını hızlandıracaklardı.



Etiyopya zihnimde Eritre ile yıllardır savaş halinde bir ülke olarak kalmıştı. Başkent Addis Ababa’da çalışkan, gayretli ve pozitif bir Türkiye Büyükelçisi ile karşılaştık. Büyükelçi Murat Bilhan Bey Bursalı idi ve Karacabey oğullarının devamı bir aileden gelmeydi. Bizimle ülke ile ilgili çok değerli bilgiler paylaştı.


Etiyopya Afrika ülkeleri içerisinde stratejik önemi yüksek bir ülke idi. Kısa bir süre öncesine kadar sınırları Kızıldeniz’in alt ucunda denize açılıyordu. 1993’te Eritre bağımsızlığını ilân edince Etiyopya artık bir kara ülkesi olmuş, adeta boğazı sıkılmış bir haldeydi. Şimdilerde denizle bağlantısını Cibuti limanından sağlıyordu. Cibuti, 1.5 milyon nüfuslu bir ülke idi. Somali sınırları içindeki Berbera Limanı da Etiyopya’nın denize açılma noktalarından birisiydi. Etiyopya Çinliler gibi eski yazılarını muhafaza ediyorlardı ve hâlâ kendi eski takvimlerini kullanıyorlardı. Bütün Müslümanlar açısından Etiyopya’nın önemi, bu ülkenin Necaşi’nin ülkesi olmasından kaynaklanıyordu.



Sahabi efendilerimizden iki grup Mekke müşriklerinin zulmünden kurtularak İslâm'ın öngördüğü biçimde özgürce yaşayabilmek amacıyla Habeşistan'a hicret etmişti. İlk grup Hz. Muhammed s.a.s Efendimizin peygamberlikle görevlendirilişinin beşinci yılında (614), ikinci grup ise altıncı yılın (615) başlarında hicret etmişti. Dönemin Kralı Necaşi Müslümanlara kucak açmış, güzel ev sahipliği yapmış, sonra Müslüman olmuştu. Peygamber s.a.s Efendimiz onun vefatı sonrası gıyabi cenaze namazı kılmıştı. Necaşi’nin kabri, ülkenin kuzeyinde Negaş isimli bir köydeydi.


Etiyopya’da dini, dili, ırkı ne olursa olsun insanlar açlıktan ölüyorlardı. Bunun sebebini anlamaya çalıştık. Etiyopya’da yaklaşık 17 yılda bir kıtlık yaşanıyordu. İki yıl önce kuraklık başlayınca Etiyopya yönetimi dünyaya yardım çağrısında bulunmuş ama uluslarası bir destek gelmemişti. 2000 yılının başından itibaren açlıktan ölümler başlayınca dünyanın dikkatini bu ülke üzerinde yoğunlaşmıştı. Bizim Etiyopya’ya ilk seferimiz Nisan ayının ikinci yarısında gerçekleşmişti. Sonraki aylarda başka ekip arkadaşlarıyla iki sefer daha yapacaktım. Bizim gittiğimiz günlerde Etiyopya’nın Somalya eyaletinde Birleşmiş Milletlerin ve ülke yönetiminin tespitlerine göre günde ortalama 500-750 kişi açlıktan ölüyordu.


Etiyopya, yüzölçümü 1 milyon 222 bin km2 olan bir ülke. Yani Türkiye’nin iki katı kadar toprağı, -o tarihlerde- 60 milyon nüfusu bulunuyordu. Türkiye’nin o yıllardaki nüfusu da 60 milyondu. Felaket bölgesinde yaşayan nüfus 10 milyon civarındaydı. Bunların önemli bir kısmı kuzeye, yağış alan bölgelere doğru göç etmişti. Kuraklığın olduğu bölgenin tamamı geçimini hayvancılıkla temin ediyordu. Ot bitmeyince hayvanlar yaşayamıyor ve kıtlık başlıyordu. Yüzlerce kilometrelik göç yolunda hayvanlar telef oluyor, çocuklar ve yaşlılar ölüyorlardı. Gittiğimizde günlerde kuraklıktan etkilenmiş halkın bir kısmı kuraklığın olmadığı kuzey kısmına yerleşmiş, hayatta kalmış hayvanlarıyla yaşamaya çalışıyorlardı. Çocuklar zayıftı ama televizyonlarda görüldüğü gibi derisi kemiğine yapışmış şekilde değildi. O şekilde olanlar güneyde kalmış olup, göç etmeyenlerdi. Deniz Feneri ekibi olarak ilk gidişimiz sadece durum tespiti amaçlıydı. İkinci gidişimizde ise iki bin aileye bir ay yetecek kadar gıda yardımında bulunmuştuk. Aileleri ortalama 8-10 kişi kabul edersek ilk etapta ulaştırdığımız yardımlar 15-20 bin kişiye ulaşmıştı. Etiyopya’da aileler kalabalık, birden fazla evlilikler yaygın ve aile başına düşen çocuk sayısı ise kalabalıktı.


Gıdaları nasıl temin ettiğimiz konusu dönüşte en çok sorulan sorular arasındaydı. Büyükelçimizle ve Etiyopya yönetimiyle görüşmüştük. Onlara, “En acil ihtiyaçlar neler, nerelerden temin edelim ve nerelere dağıtalım” diye sorduk. Bizim listemiz uzundu, pirinç, şeker gibi gıda maddeleri de vardı. Yetkililer “Bunlara gerek yok, bunlar buranın şartlarına göre lüks, siz bu kalemleri azaltın daha çok kişiye ulaşın, meselâ pirinci kaldırın, çünkü buralarda pirinç bilinmez” demişlerdi. O coğrafyada yetişen “sorgum” isimli bizdeki darıya benzeyen bir tahılın çok tüketildiğine dikkat çektiler. Biz yine de sorgum, süttozu, şeker, yağ ve mısırdan oluşan beş çeşit yiyecekte karar kıldık.



Ülkenin genel ekonomik durumu çok kötüydü. Kişi başına düşen milli gelir 110 dolar gibi çok düşük bir seviyedeydi. Etiyopya dünyanın en fakir ülkelerinden birisiydi. Diğer bölgelerde açlığa bağlı ölümler yoktu fakat halk çok fakirdi. Topraklarını işleyebiliyorlardı ancak aletleri çok ilkeldi. Mesela tarlaları bizdeki sabandan bile iptidai, iki demir çubuktan ibaret bir aletle sürüyorlardı. Toprakları çok verimli olmadığı için karınlarını zor doyuruyorlardı. Üstüne üstlük savaş ekonomisi de ülkeyi felç etmişti.


Felaketin yaşandığı güneydoğu bölgesinin tamamına yakını Müslümandı. Etiyopya nüfusunun yüzde 45’i Müslüman, bir o kadarı hıristiyan, az bir kısmı ise Falaşa diye bilinen siyah derili Yahudilerden oluşuyordu. İşgalci İsrail yönetimi 1983’lerde Falaşalar’dan yüz bin kadarını işgal edilmiş Filistin topraklarına götürüp yerleştirmişti.

Etiyopya’nın 12 kişilik bakanlar kurulunun 7’si hıristiyan 5’i Müslümandı. En dikkat çekici olan ise çeşitli dinlerden insanların bu ülkede barış içinde yaşıyorlar olmalarıydı. Din kaynaklı bir çatışma yoktu. Karşılıklı olarak birbirlerinin dini bayramlarını tebrik ediyorlardı.

 


Gıda dağıtımı

Etiyopya’ya ikinci gidişimizde 193 ton gıda dağıtımı yapmıştık. Bizimki bir başlangıç ve alıştırmaydı, bir gönül dayanışmasıydı. Çünkü bölgenin acilen 100 bin ton erzaka ihtiyacının olduğu tespit edilmişti. Hedefimiz 1 milyon dolar nakit toplayıp erzak almaktı. Etiyopya’ya yardım kampanyamız süresinde yaklaşık 1 milyon dolarlık yardımı Etiyopya’da dağıttık. Bu meblağı ilgili devlet bakanının izniyle ve banka vasıtasıyla Etiyopya’daki Türkiye Büyükelçiliği hesabına göndermiştik. Zira derneklerle ilgili mevzuatta ciddi boşluklar ve eksiklikler vardı. Yurt dışına yardım götürülmesinin büyük zorlukları söz konusuydu. 2004 yılında çıkarılan dernekler kanunu ile bu konuda önemli bir rahatlama sağlandı.

 

Yapılan yardımlar Etiyopyalı kardeşlerimizi çok sevindirmişti. Sevinçlerini gözlerinden okuyorduk. Onlar çok munis insanlardı, şurada otur deseniz, orada saatlerce oturuyorlardı. Erzak almak için sıraya geçiyorlar, kavga gürültü olmadan yardımlarını alıp çekiliyorlardı.

Yardım yaptığımız bir köyde gençlerden birisiyle sohbet ederken, “Terk ettiğimiz bölgede İslami ilimlerin okutulduğu 500 talebesi olan bir müessesemiz vardı. Şimdi bu dağlarda oradan bazı arkadaşlarla beraberiz. Dün kendi aramızda, ‘Biz olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. İnsanlarımız açlıktan ölüyor. Hadi insanlığı bir tarafa bırakalım ama Müslümanlar nerede, bizim burada bu durumda olduğumuzu bilmiyorlar mı?’ diye konuşmuştuk. Ertesi gün sizler geldiniz. Sizin getirdiklerinizden daha önemlisi Türkiye’den kardeşlerimizin bizi düşünmüş olmasıdır” diye hissiyatını dile getirmişti.

 

Türkiye’yi ne kadar tanıyorlardı?

Eğitim seviyesi çok düşüktü. Ama eğitimli olanlar Türkleri tanıyorlardı. Osmanlı’ya karşı büyük sevgileri vardı. Meselâ Harar diye şehir var. O şehri bir dönem Osmanlı’nın görevlendirdiği valiler yönetmişti. Osmanlı’dan tüccar olarak veya tebliğ için gidip yerleşenler de olmuş. Harar halkının çoğu siyah derili olmalarına rağmen kendilerini Osmanlı torunları olarak tanımlıyorlar. Harar valiliği birçok büyükelçiyi bir toplantı için çağırmış. Bizim büyükelçimizin anlattığına göre, toplantı masasında diğer sandalyelerin yanına farklı ve özel bir koltuk koymuşlar. Büyükelçimizin oturmasını istemişler. Büyükelçimizin böyle bir koltuğa oturmak istemediğini söylemesi üzerine “Sizin bizim gönlümüzde apayrı ve özel bir yeriniz var, sizin yeriniz orasıdır” diyerek ısrar edip oturtmuşlar.

Ülke olarak zorluklarımız var ama hayat standardı açısından oradaki insanlarla aramızdaki uçurum büyük. Etiyopya ile başlattığımız yurt dışı yardımlarımız dünyanın 70 ülkesine ulaştı. Biz mağdur ve mazlum kardeşlerimizle sahip olduğumuz nimetlerin bir kısmını paylaştıkça Allah yolumuzu açıyor, gücümüze güç katıyor. Kardeşlerimizin yardımında olduğumuz müddetçe hep yardım görmeye devam edeceğimize şüphe yok.

 

 


 


11 görüntüleme

Komentáre


bottom of page