top of page

Uluslararası Sistemde Afrika: Merkez-Çevre İlişkilerine Eleştirel Bir Bakış

  • Yazarın fotoğrafı: Moussa Hissein Moussa
    Moussa Hissein Moussa
  • 30 Haz
  • 4 dakikada okunur

Giriş


21. yüzyılda uluslar pek çok konuda farklı görüşlere sahip olsa da, küreselleşme konusunda ortak bir noktada birleşmektedir. Küreselleşme, dünyayı bir “küresel köy” haline getirerek bir bölgede meydana gelen olayların diğer bölgeleri bir şekilde etkilemesine neden olmaktadır. Bu dünya, resmi olarak düzenlenmemiş olmasına rağmen, bazı ülkelerin yükselişi ve küresel ekonomik eğilimler tarafından şekillenen evrimsel bir sistemin etkisi altındadır. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana, kapitalist sistemin baskın bir etki oluşturduğu inkâr edilemez. Bu küresel kapitalist sistemin, merkez ülkelerin (Batı) çevre ülkeler (Afrika gibi diğer Doğu bölgeleri) üzerindeki hakimiyetini pekiştirdiğine inanan Samir Amin, uluslararası ilişkilere dair çarpıcı bir analiz sunar. Mısırlı ünlü ekonomist Samir Amin, “Küresel Ölçekte Birikim” adlı eseri ve diğer çalışmalarıyla, Batı merkezli kapitalist sisteme karşı bir kalkınma teorisi geliştirmiştir. Amin’e göre, küresel ekonomi, Afrika ülkelerini (çevre) Batı’nın ekonomik merkezlerine bağımlı tutan yapısal eşitsizlikler üzerine inşa edilmiştir. Amin’in büyük kısmı 1970-1990 yılları arasında gerçekleştirdiği çalışmaları güncelliğini korumaktadır. Bu analizde, merkez ve çevre arasındaki eşitsiz ilişkiler, güncel örneklerle ele alınacaktır.


Her Şey Sömürgecilikle Başladı


Afrika’nın tarihi, ekonomik, sosyal ve politik yapıları derinden etkileyen bir sömürgecilik dönemiyle şekillenmiştir. 19. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa güçleri, Afrika kıtasının topraklarını ele geçirme yarışına girmiş ve bu dönem genellikle “Afrika'nın Paylaşımı” (Scramble for Africa) olarak adlandırılmıştır. 1884-1885 yıllarında gerçekleşen Berlin Konferansı, mevcut sosyal ve politik yapıları göz ardı ederek bu paylaşımı resmileştirmiştir.


Sömürgecilik, Afrika’nın doğal kaynaklarının sistematik olarak sömürülmesine ve Afrika ekonomilerinin küresel kapitalist sisteme zorla entegre edilmesine yol açmıştır. Bu bağımlılık bir tesadüf değil, kapitalist sistemin doğrudan bir sonucudur. Amin, bu sömürü sisteminden kurtulmanın nihai yolu olarak “Dekoneksyon (kopuş)” kavramını önermektedir. Ona göre, Afrika gibi çevre ülkeler, merkezin egemen olduğu küresel sistemden ayrılarak kendine yeterli bir kalkınma modeli oluşturmalıdır.


Bu yaklaşım, ekonomik önceliklerin yeniden düşünülmesini, yerel sanayileşmenin teşvik edilmesini, altyapının geliştirilmesini ve ekonomilerin çeşitlendirilmesini gerektirir. Çünkü Afrika ve Küresel Doğu’nun azgelişmişliği, Batı’nın gelişmişliğinin bir sonucudur. Afrika ülkeleri, ulusal ölçekte bir ilkel birikim sürecini tamamlamalı, önceliklerini yeniden belirlemeli ve konumlarını yeniden tanımlamalıdır. Bu, aynı zamanda diğer bölgelerden veya ülkelerden gelebilecek şoklara karşı korunmalarını da sağlayacaktır.


Bağımsızlıklar, ancak Ekonomik ve Politik Egemenliklerden Yoksundur


İki dünya savaşı, küresel ekonomik yapının yeniden şekillendirilmesinde kritik bir rol oynamıştır. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Avrupa ekonomilerini tahrip ederek küresel güç dengesini değiştirmiştir. 1944 yılında imzalanan Bretton Woods Anlaşmaları, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın kurulmasını sağlamış ve yeni bir uluslararası para sistemi oluşturulmuştur. Bu kurumlar, dünya ekonomisini istikrara kavuşturmayı amaçlamakla birlikte, Amerikan dolarını referans para birimi olarak yerleştirerek ABD’nin egemenliğinde bir finansal hiyerarşi yaratmıştır.


Ancak, 1950’ler ve 1960’lar arasındaki siyasi bağımsızlık süreçleri, gerçek bir ekonomik bağımsızlıkla sonuçlanmamıştır. Sömürgeciler tarafından dayatılan yapay sınırlar, iç çatışmaları körükleyerek gelişim için gerekli olan istikrarı engellemiştir. Afrika ekonomileri, hammadde ihracatına dayalı olarak küresel piyasalardaki fiyat dalgalanmalarına karşı savunmasız kalmış ve merkez ekonomilere olan bağımlılıkları artmıştır.Samir Amin, bu bağımlılığın sona erdirilmesi için dekoneksyon stratejisinin önemini vurgulamaktadır. Ona göre, Afrika’nın uluslararası sistemde stratejik bir yeniden konumlanma yaparak kaynaklarını ve çıkarlarını daha iyi koruması gerekmektedir.“Eğer kapitalizm gerçekte var oluyorsa, bugün var olan bu azgelişmişliğin gerçekten var olması gerektiği içindir”.

Bu ifade, kapitalizmin işleyişine dair temel bir gerçeği vurgulamaktadır. Kapitalizm, bazı bölgelerdeki yapısal azgelişmişliğin sürdürülmesine dayanır. Bu azgelişmişlik, tesadüfi bir sonuç değil, küresel kapitalist sistemin genişlemesi ve varlığını sürdürmesi için gerekli bir koşuldur.


Günümüz örnekleri, bu dinamiği açıkça göstermektedir: CFA Frangı, yapısal uyum programları, doğal kaynakların sömürülmesi ve ekonomik ortaklık anlaşmaları (EOA).Batı ve Orta Afrika’daki birçok ülke tarafından kullanılan CFA Frangı, ekonomik bağımlılığın çarpıcı bir örneğidir. Euro’ya bağlı olmasına rağmen, bu para birimi Fransa’nın etkisi altındadır. CFA Frangı kullanan ülkeler, döviz rezervlerinin büyük kısmını Fransız Hazinesi’ne yatırmak zorunda bırakılmakta, bu da onların ekonomik egemenliğini sınırlamaktadır. Ayrıca, yerel ihtiyaçlara uygun bağımsız para politikaları geliştirememekte, bu da merkez ekonomilere olan bağımlılıklarını pekiştirmektedir. Bu sistem, kapitalist merkezlerle çevre ülkeler arasındaki asimetrileri güçlendirerek azgelişmişliği sürdürmektedir.


1980’ler ve 1990’larda IMF ve Dünya Bankası tarafından uygulanan yapısal uyum programları, finansal yardımlarını neoliberal politikaların uygulanmasına bağlamıştır. Bu politikalar arasında anahtar sektörlerin özelleştirilmesi, kamu harcamalarının kısılması ve serbest piyasa politikalarının uygulanması yer almıştır. Bu önlemler genellikle yabancı çok uluslu şirketlerin yararına olmuş, yerel halkın yoksulluğunu daha da artırmıştır. Bu süreç, Afrika ülkelerinin küresel piyasa dalgalanmalarına ve merkez ekonomilere olan bağımlılığını artırmış, böylece bağımsız kalkınmayı neredeyse imkansız hale getirmiştir.


Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC), doğal kaynaklarının sömürülmesiyle bu hâkimiyet mantığını somutlaştıran bir diğer örnektir. Kobalt, modern teknolojilerde kullanılan kritik bir bileşen olarak bu ülkeden çıkarılmaktadır. Ancak, işlenmemiş kobalt düşük fiyatlarla Batı veya Asya’daki merkez ekonomilere ihraç edilmekte, burada işlenip büyük kârlar elde edilmektedir. Yerel işleme faaliyetlerinin yokluğu, DKC’yi değer katmadan yoksun bırakmakta ve onu doğal kaynak zenginliklerine rağmen azgelişmişlik ve bağımlılıkla cezalandırmaktadır.


Afrika ülkeleriyle Avrupa Birliği arasındaki ekonomik ortaklık anlaşmaları, bu yapısal asimetrinin bir diğer yönünü ortaya koymaktadır. Bu anlaşmalar, Avrupa’dan sübvansiyonlu ürünlerin Afrika pazarlarına ithalatını teşvik etmekte, bu da yerel üreticiler için adil olmayan bir rekabet ortamı yaratmaktadır. Afrika pazarları ucuz Avrupa ürünleriyle doldurulmakta ve bu da tarım gibi stratejik sektörlerin yok olmasına yol açarak yerel sanayinin gelişmesini engellemektedir. Bu durum, Afrika ülkelerinin merkez ekonomilere olan bağımlılığını pekiştirmektedir.


Sonuç


Sonuç olarak, uluslararası sistemdeki eşitsizlik, çağdaş örneklerde açıkça görülebilmektedir. Azgelişmişlik, tesadüfi bir başarısızlık değil, küresel kapitalizmin işleyişi için kritik bir koşuldur. Küresel ekonomik sistem, merkez ile çevre arasındaki asimetrileri kullanarak büyüme dinamiklerini sürdürmektedir. Bu kısır döngüden çıkmak için, Samir Amin’in önerdiği kopuş ve kendine yeterlilik esasına dayalı kalkınma gibi çözümler çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu çözümler, küresel kapitalist sistemle bağların koparılmasını ve çevre ülkelerin ekonomik ve politik önceliklerini yeniden şekillendirerek gerçek egemenlik kazanmalarını sağlamayı amaçlamaktadır.


Comments


©2025, Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi (AKEM) resmi sitesidir. Tüm hakları saklıdır.

bottom of page