Öz
Bu çalışma, bir psikiyatr olan Frantz Fanon’un deneyimleri, karşılaştığı vakalar ve o döneme dair aktardıkları göz önünde bulundurularak zamanla değişen kimlik kabulleri ile bunların arka planındaki meseleleri anlamaya ve Cezayir’in sömürge dönemi psikolojisi ile sömürge süreçlerinin akabinde yaygın bir şekilde görülen posttravmatik stres bozukluğuna odaklanmaktadır. Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlkin, travma ve posttravmatik stres bozukluğunun tanımı yapılıp sömürge ve savaşlarla ilişkisine değinilmiştir. İkinci olarak, çalışmada birincil kaynak olarak kullanılan Frantz Fanon’un 2. Dünya Savaşı’na kadarki hayatı, Cezayir’e gönderilmesiyle birlikte psikoloji alanındaki görevi ile tüm bu süreçlerde sömürgeciliğe, kendi kimliğine dair bakışı ve dönüşümüne değinilmiştir. Üçüncü olarak Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri kitabında yer verdiği sömürge taraflarından vaka örnekleriyle savaş ile sömürgenin iki uç taraflardaki ve farklı yaş gruplarındaki benzer psikolojik yansımaları gösterilmiştir. Bu çalışma, Cezayir sömürgesi özelinde yazılmış olmakla birlikte, dünyadaki diğer sömürgeci ve sömürülen devletler ile halkların içinde bulunduğu toplumsal, siyasi, psikolojik süreçlerin ve yasalara aykırı davranışların nedenlerinin anlaşılmasına da ışık tutmaktadır.
Giriş
I. Travma
İnsanlar hayatlarının bazı dönemlerinde; savaşlara, zorunlu göçlere, doğal afetlere, kazalara, taciz ve tecavüze, ölüme/vahşete şahit olma gibi normal hayat deneyimlerinin ötesinde beklenmedik, sınırlarını zorlayan ve aynı zamanda olumsuz, yoğun duyguların oluşmasına ve hatta davranış değişikliğine/bozukluğuna sebep olabilecek bazı olaylara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalabilir. Kişilerin yaşamına, vücut bütünlüğüne, inanç sistemlerine, sevdiklerine yönelik tehdit oluşturan bu gibi travmatik olaylar, etki bıraktığı kişiye göre değişiklik göstermekle birlikte, bazılarında travmaya sebep olabilmektedir.
Travma DSM-IV’te “kişinin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır bir yaralanma ya da kişinin fiziksel bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşaması ya da başka bir kişinin ölümüne veya ölüm tehdidi altında kalmasına, yaralanmasına ya da fizik bütünlüğüne bir tehdit oluşturan bir olaya tanıklık etme veya ailesinden birinin ya da başka bir yakının beklenmedik ölümünü veya şiddete maruz kalarak öldürülmesini, ağır yaralanmasını, ölüm ya da yaralanma tehdidi altında kaldığını öğrenmesi ve kişinin yoğun korku, çaresizlik ya da dehşet ile tepki vermesi” olarak tanımlanmaktadır (Altaylı, 2000). Travma yaşayan bireyler, kendilerine yapılacak iyi bir bakımla ve zaman içerisinde daha iyi hale gelebilirler.
II. Posttravmatik Stres Bozukluğu
Travma sonrası şartlara, çevreye uyum sağlamakta ve yaşadığı durumla başa çıkmakta zorlanan, bu zorlanmaları günlük işleyişine müdahale edecek kadar kötüleşen bireylerde ise travma sonrası stres bozukluğu görülebilir. Post-travmatik stres bozukluğu (PTSB); travma yaratan önemli bir olay sonrası ortaya çıkan ve kişide aşırı uyarılma hali, travmayı hatırlatan ya da çağrıştıran uyaranlardan kaçınma ve kişinin travmatik olayı rüyalar ve yeniden yaşamalar yoluyla yeniden deneyimleme bulguları ile seyreden ve en az bir ay boyunca süregelen mental bir bozukluktur. Kişinin yaşamını ya da beden bütünlüğünü tehdit eden her türlü durum kişi üzerinde travmatik etki yaratabilmektedir. Ayrıca başkasının yaşadığı bu tür bir olaya tanık olmak da travmatik etki olarak kabul edilmektedir (Şuer 2005).
Travmalara; bilhassa savaşlarda, savaşın muhatabı olan taraflarda birçok travmatik olaya şahit olunmasıyla rastlanıldığını ve bu travma etkilerinin ciddiyetini artırmasıyla posttravmatik stres bozukluğuna neden olabileceğini söylemek mümkündür. Örneğin Shell Shock (Türkçeye çevrildiği haliyle savaş bunalımı), 1. Dünya Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan bir fenomen olup savaşların askerler üzerindeki psikolojik yıkımına ve oluşturduğu travmaya verilebilecek örneklerden sadece biridir. Shell Shock ile ilgili özellikle savaş yerlerinde gerçekleşen patlamaların ardından ortaya çıkan şok dalgalarının en ciddi hasarlara sebep olduğu söylenmektedir. Buna maruz kalan askerlerde ani duygu değişimi nedeniyle anlık olarak kendine güvenmeme ve ölmek üzere olduğunu hissetme, son olarak dengesini kaybedip anlamsız hareketler yapma, mimiklerini anlamsızca oynatma gibi belirtiler görülmektedir.
III. Cezayir Sömürgesi Akabinde Psikolojik Sorunlar
Savaşlarla ilişkili olarak sömürge süreçlerinde de gerek sömüren gerekse sömürülen taraflarda Shell Shock benzeri durumlar görülmektedir. Dünyada sömürge denilince akla ilk gelen yerlerden olan Afrika ise tarihiyle ve tarihine istinaden beklenen Afrika insanı profilinde oluşan çelişkiler ve diğer psikolojik, sosyolojik, dini, siyasi gibi meselelerden ötürü ele alınması gereken bir kıtadır. Sömürge denilince Afrika, Afrika’da sömürge denilince de akla Cezayir’de Fransız sömürgesi gelmektedir.
Cezayir, Fransız Sömürge İmparatorluğu’nun büyük bir parçasıydı ve 1830-1962 yılları arasında Fransız sömürgesi olarak kaldı. Bu dönem boyunca, Fransız yönetimi tarafından uygulanan zulüm, baskı ve istismar, Cezayirlilerin yaşamlarını ve psikolojik sağlıklarını ciddi şekilde olumsuz etkiledi. Fransızların kendilerine uyguladığı şiddet ve yaşattıkları travma o denli büyüktü ki sömürge dönemi sonrasında Cezayirlilerin birçoğunda posttravmatik stres bozukluğu semptomları görülmeye başlandı. Fakat bu semptomlar sadece Cezayirlilerde değil, aynı zamanda onlara işkence uygulayan Fransız polislerinde de görülmüştü. Zira bu polisler de Cezayirlilere uyguladıkları şiddetten, şiddet uygulayan-uygulanan insanları görmekten ve içinde bulundukları durumdan ötürü travmaya maruz kalmışlardı.
IV. Frantz Fanon ve Sömürge Psikolojisi
Frantz Fanon “Sömürgecilik insanın insanlaşmasını engeller.” demektedir. Cezayir’deki sömürge dönemi ve sonrası yaşanan psikolojik yıkımlar hakkında çeşitli kaynaklar olmakla birlikte, bu kaynaklar arasında en göze çarpan ve önem arz edenlerden birisinin de Fanon ve eserleri olduğunu söylemek mümkündür. Bir psikiyatri uzmanı ve yazar olan Fanon, bu meseleyi kendisinin çeşitli dönemlerdeki farklı ideolojileriyle ele alan ve yaşanılanlara farklı bakış açıları sunma konusunda Afrika’nın önde gelen isimlerindendir. Bu denli önemli bir kaynak olan Fanon’un hayatına bakmak ve dönüm noktalarını bilmek, Cezayirlilerin psikolojik meselelerine bakış açısını anlamak için gereklidir.
Frantz Fanon’un ailesinin kökeni Afrika kölelerine dayanır ve Fransa tarafından kasıtlı asimilasyona uğratılmışlardır. Fanon ise 1925 yılında Fransız sömürgesi olan Martinik’te doğan melez bir çocuktur. Atalarının sarı saçlı, mavi gözlü olduğuna inandırılarak Arap olduğundan ziyade Fransız olduğuna inanarak yetişen Fanon, siyahların yalnızca yüzde dördünün kaydolabildiği bir Fransız okulunda okuma fırsatına sahip olmuş ve bu okula başladıktan sonra bir Fransız gibi olmuştur. Tıpkı Cezayir’in ulusal bağımsızlık mücadelesinin kahramanlarından biri olan Cemile Buhayrad ve Cezayirli tüm çocuklar gibi.
Cemile Buhayrad, elinde bomba düzeneğiyle.
Öyle ki Fanon, Fransa Naziler tarafından işgal edildiğinde kendi asıl kimliğini sorgulamadan, gönüllü olarak Fransız kuvvetlerine katılır ve Nazilere karşı savaşır. Fanon bununla ilgili “Sömürgecilik, sömürge halkının kimliğini çalar ve onları yabancılaştırır.” der. O dönem “beyazların siyahlara bir şeyler lütfettiği ve siyahların da bunun karşılığını vermesi gerektiği” gibi şizofrenik bir algı yaygındır. Fanon sonra bu algıdan kurtulup “Esin kaynağını Avrupa’dan alan devletler, kurumlar ve toplumlar yaratarak Avrupa’ya ödenecek bir minnet borcumuz yoktur.” sözlerini söyleyecektir.
Fanon ve beraberindekiler, kurtarmaya gittikleri Fransızlar tarafından suistimal edildiklerini, aşağılanıp ırkçı tavırlarla karşılaştıklarını fark edince kolonisel ırkçılığın gerçekleriyle yüzleşirler. Bir yandan Fransız hayranlığı yaşarken diğer yandan ırkçı tutumlardan dolayı kendi benliklerini sorgulamaya başlar. Frantz Fanon, 1947’de Fransa’ya gidip Lyon Üniversitesi’nde psikiyatri okur. Bu sefer de okulda yaşadığı olaylardan dolayı kimlik krizi ve varoluşsal sancıları tetiklenir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar kendisini siyah olarak görmezken zamanla sorgulamalar ve dönüşümler başlar. “Siyahların Yabancılaşmadan Kurtulması Üzerine Bir Deneme” adında bir üniversite bitirme tezi yazar fakat bu tez üniversite kurulu tarafından reddedilir. 1952 yılında ise bu tez, sömürgecilik ve ırkçılığın yol açtığı yabancılaşmanın incelendiği ve “Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalıdır.” sözlerini de içeren Siyah Deri Beyaz Maske başlığıyla bir kitap olarak yayınlanır. 1954 yılında Cezayir Kurtuluş Savaşı başlar.
Fanon ise 1953-1957 yılları arasında Cezayir’de Psikiyatr olarak görev yapıp travmaya maruz kalan Avrupalı işkenceciler ve Cezayirli işkence mağdurlarını tedavi eder. Fransa’nın işkenceyle ölüme terk ettikleri hastalarla görüşür. Onların hikayelerini dinler, yaşadıklarını anlamaya çalışır, bir yandan da kendi benliğine doğru bir sorgulamaya gider. Irk bakımından da bir karmaşa içerisinde olan Fanon, artık tek ve gerçek kimliğine kavuşmak ister. Cezayir Kurtuluş Örgütü ile temasa geçer. Onların yaralılarını gizlice hastanede tedavi etmeye başlar. Hastanenin bodrumunda oluşturulan gizli işkence odalarını görmesi Fanon’u oldukça etkiler. Yaşadıkları ve gördükleri tahammül edilemez raddeye gelmiştir, artık dayanamaz. Ve görevinden istifa ederek Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılır.
1954-1962 yılları arasındaki Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi askerleri.
Bu zaman aralığında karşılaştığı vakalar ise onu, hayatında dönüm noktası olacak kadar etkiler. Aşağıda yer alan vakalar da dahil, çeşitli vakalara yer verdiği Yeryüzünün Lanetlileri adlı kitabında, aktardığı gözlemlerin 1954-1959 arası dönemi kapsadığını söyler ve bazı hastaların Cezayir’de ya hastanelerde ya da özel muayenehanelerde diğerlerinin ise Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun sağlık birimlerinde tedavi gördüğünü belirtir.
Fanon o dönem karşılaştığı vakalar hakkında bilgiler verirken doktorların Avrupalı işkencecilerle nasıl iş birliği yaptığına da değinir. Bunu “Çeşitli işkence merkezlerine bağlı doktorlar, her seanstan sonra, işkence göreni iyileştirmeye ve yeni seanslara hazır duruma getirmeye çalışırlar. Burada mühim olan, esirin sıfırı tüketip işkencecileri yalnız bırakmaması, yani hayatta kalmasıdır. Cezayirliyi, hayat ile ölüm arasında bir yerde tutmak için, işkence öncesi, işkence ve sonrasında ona bol bol kalp ilacı, yüksek miktarda vitamin verilir. Doktor on defa müdahale eder, esiri on defa işkenceciler sürüsü önüne bırakır.” sözleriyle ifade eder. Ayrıca Cezayir bağımsızlık savaşında hekimlerin polise yaralının ismi ile adresini sıklıkla verdiklerini, birisi işkenceyle can vermişse ölümün doğal yollarla olduğuna dair sahte raporları hemen devreye soktuklarını da ekler.
V. Frantz Fanon’un Yeryüzünün Lanetlileri Kitabında Yer Verdiği Kullanılan İşkence Yöntemleri ve Sömürge Taraflarından Vaka Örnekleri
V.I. Kullanılan İşkence Yöntemleri
Fanon, işkence edilirken amacın acının dayanılmaz bir hal alması olduğunu söyler. Kaba güçle çeşitli yöntemler kullanılır: Kurbana aynı anda birkaç polisin birden vurması; kurbanın çevresinde çember oluşturan dört polis kum torbası gibi onu birbirlerine doğru ileri geri iterken diğerinin de göğsünde sigara söndürmesi, bir diğerinin de falakaya çekmesi, elektrik işkencesi, gerçeklik serumu vb. Daha önce de bahsedildiği gibi askeri doktorlar da bu işkencelerde önemli bir rol üstlenir. Önce psikiyatrist, “Ben doktorum, polis değilim. Sana yardım etmek için buradayım.” der. Bu şekilde birkaç gün sonra tutuklunun güveni kazanılır. Sonra ise “Kafanı toplaman için sana iğne yapacağım.” der. Birkaç gün boyunca her tür vitamin, kalp çalıştırıcılar ve diğer yalancı ilaçlar verilir. Dördüncü ya da beşinci gün damardan Penthanol verilir. Ve sorgu başlar. Frantz Fanon bunu psikolojik savaşın tıptaki eşdeğeri olarak tanımlar.
Fanon, kurbanlar anlatırken kendilerine özellikle korkunç görünen ve Cezayir’de kullanılan yöntemleri şöyle sıralıyor: Tazyikli sabunlu suyla lavman yapma ve ağza zorla su verme. Anüse şişe sokma. ‘‘Hareketsizliğe zorlama’’ denilen iki işkence türü. Bunlardan biri tutukluya zorla diz çöktürüp, kolları yere paralel, avuç içleri ise yukarıya dönük konumlandırmak. Bu işkencede gövde ve baş dik tutulur. Hiçbir harekete izin verilmez. Tutuklunun arkasında duran bir polis cop darbeleriyle tutukluyu hareket etmeye zorlar. Diğerinde ise tutuklu yüzü duvara dönük şekilde tutulur. Kolları kaldırılır ve elleri duvara dayalı tutulur. Burada da en küçük bir harekette ya da en küçük bir rahatlama işaretinde darbeler yağmur gibi iner.
A) Katliamdan sağ kurtulan bir kişide görülen rastgele öldürme dürtüsü
S. 37 yaşında bir fellah. Politikaya hiç karışmamıştır. Savaş başladıktan sonra yaşadığı bölgede Cezayir güçleriyle Fransız ordusu arasında şiddetli çarpışmalar olmuştur. Dolayısıyla S. ölümler ve yaralanan insanlar görmüştür. Nüfusun genelinin yaptığı gibi o köyün halkı da oradan geçen Cezayirli savaşçılara yardım etmiştir. 1958’in başında, S.’nin yaşadığı yere yakın bir yerde ölümcül bir pusu kurulmuştur. Düşman güçleri operasyon başlatarak tek bir asker bulunmayan köyü kuşatmışlar ve bütün köylüleri toplayıp sorguya çekmişlerdir. Kimse konuşmamıştır. Birkaç saat sonra bir Fransız subay helikopterle gelerek oranın yerle bir edilmesi için talimat vermiştir. Bazı köylüler karışıklıktan yararlanarak kaçmıştır. Kaçamayanların ise bir vadide katliamı gerçekleştirilmiştir. Yirmi dokuz kişi yakın mesafeden ateş edilerek öldürülmüştür. S. sağ uyluğundan ve sol kolundan iki mermi yemiş, kola saplanan mermi kol kemiğini kırmıştır. S. bayılmış ve kendine gelince kendisini bir grup Ulusal Kurtuluş Ordusu direnişçisi arasında bulmuştur. Tedavi edilince tahliye edilmiştir. Fakat davranışları anormalleşmeye başlamıştır. Sivil olmasına karşın silah istemiş ve kimsenin arkasında yürümesini istememiştir. Bir gece bir askerin silahını almış ve uyuyan askerlere beceriksizce ateş etmeye çalışmıştır. Sonra silah elinden alınmış ve elleri bağlanmıştır. Peşinden ise merkeze getirilmiştır. Hastanede kaldığı süre içerisinde yaklaşık sekiz hastaya uyduruk silahlarla saldırmıştır. Tedavinin ilerleyen zamanlarında söylediği sözler ise oldukça dikkat çekicidir: “Hayatta ölmemek için öldüreceksin. Bana bir makineli verin. Bütün bu sözde Cezayirliler aslında Fransız ve beni rahat bırakmayacaklar. Ne zaman uyumak istesem odama geliyorlar. Herkes beni öldürmek istiyor. Ama kendimi savunacağım. Hepsini öldüreceğim, her birini. Hepsinin gırtlağını keseceğim, seninkini de. Siz, hepiniz beni öldürmek istiyorsunuz.”
Fransızlar tarafından maruz kaldığı bu katliam, gördüğü manzaralar ve böylesi bir katliamdan canlı kurtulmuş olması S. de travmaya sebep olmuş ve adeta bir daha aynı durumları yaşamamak için herkesi kendisinin potansiyel düşmanı olarak görmeye başlamıştır. Fanon, onu altı ay sonra gördüklerinde durumunun iyiye gittiğini belirtir. Bu vakadan hareketle, o dönem benzer durumda olan diğer insanların da travma yaşadığını ve posttravmatik stres bozukluğuna dönüşebileceğinin muhtemel olduğu söylenebilir. Bununla beraber bu vaka, eğer tedavi edilmedilerse Cezayirli insanlarda topluma karışmış ve tedavi edilmesi gereken ideolojik düşüncelerin ya da tutumların, algı bozukluklarının görülebileceğini söylemeyi mümkün kılar.
B) Hastanede tedavi altındayken kurbanlarından biriyle, uyuşma rahatsızlığıyla tedavi merkezine gelen Cezayirli bir yurtseverle karşılaşan, depresyon geçiren Avrupalı bir polis
A. yirmi sekiz yaşındadır. Evlidir ve çocuğu yoktur. Davranış bozuklukları nedeniyle onu tedavi merkezine üstleri göndermiştir. Sorunu, gece uyumasına engel olan çığlıklar duymasıdır. Mevsim yaz olmasına rağmen, yatağa yatmadan önce sıcaktan boğulacak gibi olan karısının bütün şikayetlerine karşın bütün panjurları indirdiğini ve pencereleri sıkı sıkı kapattığını anlatmıştır. Çığlıkları daha az duymak için kulaklarına pamuk tıkamıştır. Bazen gece yarısı uğultuyu duymamak için radyoyu açmış ya da müzik çalmıştır. Hikayesi dinlenildiğinde bunların nedenleri açığa çıkıyor:
Cezayir’deki Fransız askerleri.
Birkaç ay önce FLN ile savaşacak tugaya gönderilmiştir. Orada sorgulara girmiş, sorguya alınanlar itirafta bulunmadıkları için şiddet görmüştür. A. bu durumu ‘“Sorduğumuz bütün sorulara ‘bilmiyorum’ derlerdi. Tabii onlara işimi göstermek zorundaydım. Ama çok bağırıyorlardı. Başta bu beni güldürdü. Ama sonra sinirimi bozmaya başladı. Bugün çığlık sesinden sonra sorgunun hangi aşamaya geldiğini anlayabilirim. İki yumruk ve kulaklarını arkasına cop darbesi yiyen bir adamın belirli bir konuşma, bağırma ve masum olduğunu söyleme biçimi vardır. İki saat askıda kaldıktan sonra değişir. Küvetten sonra ses gene değişir. Böylece devam eder. Ama elektrik verildikten sonra dayanılmaz olur. Adamın her an ölebileceğini düşünürsünüz. Elbette bağırmayanlar da var, bunlar dayanıklı insanlar. Ama onları oracıkta öldüreceğimizi sanırlar. Ama biz onları öldürmekle ilgilenmeyiz. Bizim istediğimiz bilgidir. Önce onları bağırtmaya çalışırız, er geç boyun eğerler. İlk zaferimiz budur. Sonra devam ederiz. Ama işleri kolaylaştırmıyorlar. Şimdi evde bile onların çığlıklarını duyuyorum. Özellikle de polis merkezinde ölenleri çığlıklarını. Doktor, bu işten usandım. Beni iyileştirirseniz, Fransa’ya dönmeyi isteyeceğim. Reddederlerse istifa ederim.” diyerek anlatır.
Önceki vaka bir Cezayirlinin, bu vaka ise Avrupalı işkenceci polisin yaşadığı travmadan bahseder. Bu hasta, Fanon’un evine terapi için geldiğinde Fanon’u beklerken hastane bahçesinde yürüyüş yapmaya başlar. Fanon onu bir ağaca yaslanmış, ter içinde, titrerken ve panik atak geçirirken bulmuş ve evine götürmüştür. Kanepeye uzanınca, hastanede, polis merkezinde sorgulanan (Cezayirli bir yurtsever) ve travma sonrası stres nedeniyle tedavi gören Fanon’un bir hastasını gördüğünü söylemiştir. Fanon, o zaman bu polisin, hastasına yapılan işkenceye aktif katıldığını öğrenmiştir. Cezayirli hasta da polisi tanımış ve bu hastayı intihar etmeye çalıştığı banyoda saklanırken bulmuşlar. Bu vaka, her ne kadar travmaların üzerinden zaman geçse de sonradan hatırlatıcı şeylerle karşılaşıldığında nasıl tetiklenebileceğini göstermektedir.
C) Avrupalı oyun arkadaşlarını öldüren on üç ve on dört yaşında iki Cezayirli
On üç ve on dört yaşındaki iki Cezayirli öğrenci, Avrupalı okul arkadaşlarından birini öldürmekle suçlanır ve suçlarını kabul ederler. Tatbikat yapılıp fotoğraflar kayda eklenir. Bu fotoğraflarda çocuklardan biri kurbanı tutarken diğeri ona bıçak saplar. On üç yaşındaki çocuk bu cinayeti “Ona kızgın değildik. Her perşembe birlikte köyün üstündeki tepede sapanla avlanırdık. En iyi arkadaşımızdı. Babası gibi bir marangoz olmak istediğinden okulu bırakmıştı. Bir gün onu öldürmeye karar verdik çünkü Avrupalılar bütün Arapları öldürmek istiyorlar. Yetişkinleri öldüremeyiz ama onun gibileri öldürebiliriz çünkü bizimle aynı yaştaydı.” şeklinde anlatır. Kendisine onun arkadaşı olduğu ve buna rağmen neden onu öldürdükleri sorulduğunda “.Peki, neden bizi öldürmek istiyorlar? Babası milis gücünde ve hepimizin boğazının kesilmesi gerektiğini söylüyor.” diye cevap verir. Bu sözler yetişkinlerin çıkardığı savaşın, ırk fark etmeksizin en çok çocuklara zarar verdiğine de işaret ediyor.
1954-1962 yılları arasındaki Cezayir Bağımsızlık Savaşı.
Sonuç
Fanon “Psikolojik travmalar, insanların kimliklerine ve hayata bakış açılarına derin bir etki yapar.” der. Ayrıca bu da sömürge taraflarından gerek sömürülen Cezayir ve Cezayirli insanın gerekse sömüren Fransa ve Fransız insanının bugününü anlama ve yorumlama bakımından, geçmiş ilişkileri ve travmalarının da göz önünde bulundurulması gerektiğinin önemine işaret etmektedir. Çünkü savaşın, sömürünün, soykırımların açtığı derin yaraların izleri kuşaklar boyu taşınıp aktarılır ve bugün insanların birbirlerine karşı tutumlarını da belirler. Fransız yazar ve filozof Albert Camus ise “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” der. Katliamlarla, işkencelerle ve travmalarla ölen birçok insanın olduğu Fransa’nın sömürge ülkesi olan Cezayir göz önünde bulundurulduğunda bu durum, söz konusu ülkeleri ve yönetenleri tanıma konusunda yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda, bugün Cezayir’in ve Cezayirlinin sömürge dönemini anlamak, bir nevi dünyadaki diğer sömürge devletlerini ve halklarını anlamak da demektir. Yine Cezayir sömürge dönemini ve bağımsızlık mücadelesini anlamak, hala sömürgeden kurtulup bağımsızlığını kazanamamış diğer Afrika ülkelerine ve halklarına da öncü olmak için gereklidir. Fanon’un “Dans ederler. Bu onları meşgul eder. Kaslarının acı veren gerginliğini gevşetir. Üstelik dans çoğu zaman farkında olmadıkları şeyleri gizlice dile getirir. Dillendirmeye cesaret edemedikleri hayırı, işlemeye cüret edemedikleri cinayetleri ifade eder.” sözünden hareketle sömürge psikolojisini anlamak, günümüzde yaygın olan halinden memnun, mutlu, başkaldırmayan Afrika insanı profili ile psikolojisini çözümleme konusunda da önem arz etmektedir.
Kaynakça
Altaylı, Benek, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndaki Dissosiyatif Belirtiler,” Türk Psikoloji Bülteni, Cilt:6, Sayı:16-17, 2000, ss. 64-68, Amerikan Psikiyatri Birliği, DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri. Çeviren: Ertuğrul Köroğlu. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2001
Fanon, Frantz. (2011). Yeryüzünün Lanetlileri. (çev. Şen Süer). İstanbul: Versus Kitap.
Fanon, Frantz (2009). Siyah Deri Beyaz Maske. (çev. Orçun Türkay). İstanbul: Metis Yayınları.
Olgun, A. (2021, Haziran, 8). Savaş Sonrası Psikotik Travma Durumu:” Shell Shock Sendromu. Kooplong. https://www.kooplog.com/savas-sonrasi-psikotik-travma-durumu-shell-shock-sendromu/
Özen, Y. (2018). TRAVMA SONRASI ORTAYA ÇIKAN PSİKOLOJİK BOZUKLUKLAR ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME. The Journal of Social Science, 2 (4) , 136-159 . DOI: 10.30520/tjsosci.451037
Sayar, K. (2009, Ağustos, 19). Sömürgeciliğin Karşısında Psikiyatrist: Frantz Fanon. Cafrande. https://www.cafrande.org/somurgeciligin-karsisinda-psikiyatrist-frantz-fanon/
Yılmaz, H. B. & Ersun, A. (2010). HASTA ÇOCUK VE EBEVEYNLERİNDE POST-TRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU. Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Dergisi, 26 (3), 45-50 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/egehemsire/issue/49359/630458
Comments